İsa Can ARTAR Almanya’dan yazdı – Almanya siyasetini yakından takip eden İsa Can Artar, hem yerel hem de genel seçimlerde ciddi biçimde oy kaybeden Sol Parti (Die Linke) içinde açığa çıkan parti içi krizi ayrıntılarıyla değerlendiriyor.
Sol Parti’de (Die Linke) geçtiğimiz yıllarda büyüyen kriz, Eş Başkan Susanne Hennig-Wellsow’un istifa etmesiyle doruk noktasına ulaştı. Partinin önde gelen isimlerinden Gregor Gysi, “Eğer şu an iktidarda olsaydık, bu tam bir facia olurdu” diyerek parti içindeki krizi doğruluyor. Ayrıca Sol Parti hem yerel hem genel seçimlerde ciddi bir biçimde oy kaybetti. Bu yazıda parti içindeki krizleri anlatmaya çalışacağım. Ancak öncelikle Sol Parti’nin nasıl kurulduğuna dair bir girişle başlayalım.
Almanya birleştikten sonra
1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı, Almanya Demokratik Cumhuriyeti’nde (ADC) demokratik seçimlerin yapılması ve Sovyetler Birliği’nin Boris Yeltsin öncülüğünde yıkılmasıyla doğu ve batı Almanya’nın birleşmesinin önü açıldı. Almanya’nın birliği İkinci Emperyalist Paylaşım savaşının ardından da gündem olmasına ve anayasalarda bahsi geçirilmesine rağmen 1990’da yaşanan şey bir birleşmeden çok, Almanya’nın doğu eyaletlerinin batıdaki Almanya Federal Devleti’ne katılmasıdır.
40 sene ADC’yi yöneten, 1946’da Doğu Almanya’da SPD ve KPD’nin birleşmesiyle kurulan Sosyalist Birlik Partisi (SED) üyeleri 1990’dan itibaren birleşen Almanya’da Demokratik Sosyalizm Partisi’ni (PDS) kurdular. PDS halen bir “Doğu” partisi idi ve Almanya’nın birliğinden sonra da en yüksek oyu doğu eyaletlerinden alıyordu. Batıda ise SPD’ye muhalif bir grup partiden ayrılarak 2005 yılında WASG’yi (İş ve Sosyal Adalet için Seçim Alternatifi) kurdular. 2007 yılında ise bu ayrılığı sona erdirmek ve tek bir sosyalist parti kurmak adına WASG-PDS birleşiminden Die Linke (Sol Parti) kuruldu.
Bugün itibariyle Sol Parti Almanya’da batı eyaletlerinde sadece Bremen’de eyalet hükümetinde koalisyon ortağı iken, doğuda Mecklenburg-Vorpommern eyaletinde ve Berlin’de hükümetlerin küçük ortağıdır. Almanya’da Sol Parti’nin öncülüğünde yönetilen tek eyalet ise Thüringen’dir.
Sol Parti’nin oy oranı kurulduğu 2007 yılından bugüne gerçekleşen seçimlerde yüzde 9 ila yüzde 12 arasında seyretmiştir. Ancak 2021 yılında yapılan seçimlerde Sol Parti çok ağır bir yenilgiye uğramış ve yüzde 4,9 alarak barajı dahi geçememiştir. Barajı geçememesine karşın, “Almanya Seçim Yasası” uyarınca en az 3 seçim bölgesinden en çok oyu alan 3 kişinin Sol Parti’li olması dolayısıyla Sol Parti meclise girebilmiştir. Sol Parti Almanya Parlamentosu olan Bundestag’ta 39 Milletvekili ile temsil edilmektedir.
Öte yandan Sol Parti’deki oy kaybı federal seçimlerle sınırlı değildir. Parti, Berlin’i yöneten 3’lü koalisyonda geçtiğimiz dönem ikinci büyük parti iken, bu dönem koalisyonun en küçük ortağı durumuna düşmüştür. Berlin’i SPD-Yeşiller-Sol Parti koalisyonu yönetmektedir. Öte yandan Saarland eyaletinde Sol Parti yüzde 2,6 oy alarak bir önceki döneme oranla yüzde 10,2 oy kaybetmiş ve eyalet meclisine girememiştir.
Sol Parti Türkiye’deki Halkların Demokratik Partisi (HDP) gibi bir çok bileşene ev sahipliği yapan bir çatı partisidir. Parti içinde pek çok bileşen mevcuttur ancak bunların çoğu Türkiye’deki gibi siyasi parti özelliği taşımamakta, platform olarak mücadele etmektedirler. Örneğin partinin şu anki Genel Başkanı Janine Wissler ‘Marx 21’ isimli Troçkist bir platforma mensup idi.
Parti içi krizler
Sol Parti’de yaşanılan krizler Alman medyasını meşgul ediyor ve partinin içindeki kırılmanın büyüdüğüne işaret ediyor. Daha önce 2021 genel seçim sonuçları ardından dinlediğim bir Hessen’li Sol Parti’li siyasetçi de partideki kırılmanın farkında olduklarını, medya önündeki partililerin her birinden her konuda farklı bir tespit çıkması sebebiyle seçmenlerin neye oy vereceklerini bilemediklerine işaret etmişti. Muhtemelen de bu durumun partide bir ayrılığa işaret ettiğini de ifade etmişti.
Partideki çatırdamalarda öne çıkan isimlerden biri: Oskar Lafontaine
Partinin kurucularından Oskar Lafontaine, partiyi eleştirerek önce köşesine çekilmiş, sonra Saarland’da seçimlerde Sol Parti’ye “oy vermeme” çağrısı yapmış ve seçime kısa bir süre kala partiye istifasını sunmuştu. Lafontaine’in istifasının ardından ise Sol Parti Saarland’da yüzde 10,2 oy kaybetmişti. Lafontaine meselesine kısaca değinmekte fayda var çünkü Lafontaine bir ülke siyasetinde olunabilecek pek çok şeyi olmuş bir isimdi ve aynı zamanda Sol Parti’nin kurucularındandı: 1985-1998 arası Saarland’ın Belediye Başkanı (Ministerpräsident), 1995-1999 arası SPD’nin Genel Başkanı, Gerhard Schröder iktidarında Almanya’nın Maliye Bakanı ve 2005-2009 arası Sol Parti’nin Bundestag sözcüsü. Pek çok insan Saarland’da Sol Parti’nin Lafontaine sayesinde güçlü olduğunu düşünüyor. Seçim sonuçlarından yola çıkarsak da haksız sayılmazlar.
Sahra Wagenknecht
Sahra Wagenknecht birkaç yıl öncesine kadar Almanya’nın en popüler politikacısı idi. Sol Parti’nin 2015-2019 arası Dietmar Bartsch ile başkanlığını yürüttüğü sırada parti içinde eleştirilerin odağı oldu ve köşesine çekildi. Wagenknecht halen partinin üyesi ve medya programlarına katılıyor, Youtube kanalından gündeme dair değerlendirmelerde bulunuyor.
Sahra Wagenknecht partisindeki tartışmalardan sonra yazdığı “Die Selbstgerechten” adlı kitabında Sol Parti’nin, hatta genel anlamda tarihsel olarak işçi partileri olan SPD ve Sol Parti’nin işçi sınıfından uzaklaşarak kimlik siyasetine yöneldiğini ve Yeşiller Partisi gibi olmaya çalıştığını söylüyor. Sol Parti’de kimlik ve cinsiyet politikalarının hakim olduğu ve partiye artık “sol hayat tarzına sahip olan, maddi sorunu olmayan” insanların üye olduğu, gerçekten sınıfsal problem çeken insanların ise artık AfD’ye kaydığından bahsediyor. Wagenknecht’in keskin dil ile yaptığı değerlendirmeler parti içinde bu zamana kadar çok tepki çekti. Göçmen politikasında da “sınırları açın” söyleminin gerçekçi olmadığını ve her göçmeni Almanya’ya alamayacaklarını söylemesi parti içinde eleştirilere yol açmıştı. Wagenknecht bu söylemleri üzerine ırkçı olarak nitelenmişti. Irkçı parti AfD ise Wagenknecht’in bu sözlerini memnuniyetle karşılamıştı. Aynı şekilde Wagenknecht pandemi karşıtı önlemler mevzu bahis olduğunda zorunlu aşıya karşı olduğunu belirtmiş ve aşı olmadığını da ifade etmişti.
Partiye yönelik eleştirilerine karşın Wagenknecht parti üyesi ve Bundestag’ta partisini temsil ediyor. Sahra Wagenknecht, bir önceki maddede bahsettiğimiz Oskar Lafontaine’in eşi. Oskar Lafontaine’in istifasının ardından Wagenknecht’e istifa edip etmeyeceği Die Welt gazetesi tarafından sorulmuş ve Wagenknecht’in bürosu kendisinin parti üyesi olarak kalacağını ve herhangi bir istifa planının olmadığını belirtmişti.
Putin ve Rusya tartışmaları
Partiyi meşgul eden bir başka mesele ise Sol Parti’nin Rusya hakkındaki tutumu. Alman medyasında Sol Parti’nin -en azından bir kısmının- “Putin hayranı” olduğu söylenegelir. Rusya meselesindeki esas nokta, Sol Parti’nin seçim ve parti programında yer alan “NATO’dan çıkılsın, Rusya’yla barış” konularıdır. Seçim döneminde Sol Parti, diğer tüm partiler tarafından “yönetme yeterliliği olmayan bir parti” olarak lanse edilmiş ve dış politika konusunda sıkıntılı bir politikası olduğu vurgulanmıştı. SPD ve Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, Almanya’nın Kuzey Atlantik Paktı’nın sadık bir üyesi olduğunu ve ABD ile iyi ilişkilerinin kalıcı olduğunu vurgulamış, Sol Parti’nin NATO’dan çıkılması ve yurtdışı askeri operasyonlarının sona erdirilmesi önerisinin Almanya’nın dış politikası ile bağdaşmadığını ifade etmişti. Sol Parti ise koalisyonda yer almak istediklerini, koalisyon için NATO’nun kırmızı çizgi olmadığını ifade etmişti. Angela Merkel dahi Bundestag’taki son konuşmasında Sol Parti’yi hedef göstermiş, “Ya SPD-Yeşiller önderliğinde ve Sol Parti’nin desteklediği bir hükümet, ya da CDU-CSU ve Armin Laschet öncülüğünde ülkemizi ileriye taşıyacak bir hükümet” diyerek Sol Parti’nin politikasının tehlikeli olduğuna işaret etmiştir. Nitekim Sol Parti seçimden yüzde 4,9’luk bir oranla ayrılınca zaten hükümet ortağı olması söz konusu bile olmamıştı.
Bu noktada Sol Parti’nin 2021 Seçim Programı’nda NATO’ya ilişkin bölüme göz atmak faydalı olacaktır:
Ayrıştırma yerine İşbirliği: Kapsayıcı bir güvenlik sistemi için
NATO bir soğuk savaş kalıntısıdır ve bugün soğuk savaştan kalan tutumuna devam etmektedir. Sol Parti için savaş bir siyaset yapma aracı değildir. Rusya karşısında batı sınırında asker konuşlandırma ve gerginliği arttırma siyasetine değil gerginliği gideren bir siyasete ihtiyacımız vardır. Bu İkinci Dünya Savaşı’nın bize öğrettiği en büyük şeylerden biri ve görevlerimizden biridir. Çatışma siyaseti güvenlik için temel oluşturamaz. Ayrıca NATO’nun uyguladığı “Teröre karşı savaş” stratejisi bir güvenlik ortamı yaratmamıştır, tam tersi bir etkiye yol açmıştır. Zaman değişim zamanıdır. NATO’nun dağıtılmasını talep ediyor ve Rusya’nın katılımıyla geniş bir güvenlik sisteminin oluşturulmasını ve bununla beraber merkezi amacın silahsızlanma olmasını istiyoruz. Almanya-Rusya arasında uzlaşma ve dostluk elde etmek için bir Alman-Rus anlaşması için görüşmelere çağırıyoruz. (Die Linke, Wahlprogramm zur Bundestagswahl 2021, S. 137)
Almanya’da 6 yıldır ikamet etmeme rağmen Rusya’yla var olan bir gerilim olduğunu fark etmiyordum. Sol Parti ise 2021 Eylül seçimleri için hazırladığı programında Rusya ile gerginliğin arttığı değerlendirmesi yapılıyordu. Bu konu günümüzde daha iyi anlaşılıyor. Savaş başlamadan önce Sahra Wagenknecht katıldığı bir televizyon programında “Rusya Ukrayna’ya girmek istemiyor, Putin’in gösterildiği gibi sınırlarını genişletmeyi amaçlayan bir deli milliyetçi adam olmamasından dolayı memnun olmalıyız” demişti. Keza Sol Parti Milletvekili Sevim Dağdelen 18 Şubat 2022 tarihinde “Barış Koordinasyonu” adlı platformun yaptığı eylemde NATO’yu gerginliği tırmandırdığı gerekçesiyle eleştirmiş ve “Rusya’nın güvenliği ülkemizin güvenliğidir” başlığıyla eylemde konuşma yapmıştı.
Savaş başladıktan sonra ise bu söylemler medyada hedef haline gelmiş, Sol Parti vekillerinin “Putin sevici” olduklarına delil niteliğinde haberlerde yer almışlardı.
Ancak savaşın başlamasının ardından hem Wagenknecht, hem de Dağdelen savaşı en sert şekilde kınamış, Wagenknecht “tahminlerimde yanıldım” demişti. Parti içinde Rusya krizini tırmandıran nokta ise Sol Partili 7 Milletvekilinin ortak basın açıklaması oldu. Sahra Wagenknecht, Sevim Dagdelen, Sören Pellmann, Andrej Hunko, Zaklin Nastic, Klaus Ernst ve Christian Leye 27 Şubat 2022 tarihinde ortak bir açıklama yaparak Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısını kınadıklarını ve acil bir şekilde savaşın sona ermesini talep ettiklerini, bu savaşın ne “NATO’nun hukuk dışı güvenlik çalışmaları ne de Rusya’nın güvenlik kaygısı” ile haklı çıkarılamayacağını yazdılar. Bunun yanında ise metnin geri kalanında NATO’yu eleştirdiler. Sol Parti’li Gregor Gysi ise bu metne karşılık “Yazdığınız metne karşı dehşete kapıldım ve bunu bilmenizi isterim.” diyerek bir cevap metni yazdı: “Ben de NATO’yu eleştiriyorum ancak bu konuda NATO hiçbir yanlış yapmadı.” diyen Gysi “NATO şeytan, ABD şeytan, Almanya hükümeti şeytan ve sizin için bu kadar.” diyerek milletvekillerini eleştirdi. Wagenknecht ise bu açıklamanın talihsiz olduğunu ve kendilerinin Putin’in saldırısını haklı buluyorlarmış gibi gösterildiklerini ifade etti. Gysi tüm bunların ardından ise “Şu an hükümette olsaydık bir facia olurdu” diye bir açıklama yaptı.
Cinsiyetçilik tartışması
Cinsiyetçilik tartışması Thüringen’li Eş Başkan Hennig-Wellsow’un istifasıyla kamuoyunda gündem haline geldi. Hennig-Wellsow istifasını kişisel sebeplere, partinin yenilenmesinde başarısız olmalarına ve Hessen eyaletinde partinin yaşadığı cinsiyetçilik tartışmalarına dayandırdı. Der Spiegel dergisi 10 erkek ve kadın ile yaptığı görüşmeden sonra farklı parti belgelerinde maço bir erkek kültürü ve gücün suistimal edildiğine dikkat çekti. Sosyal medyada ise #linkemetoo hashtagi gündemin üst sıralarına çıktı.
Parti yönetimi ise daha önce bu tartışmalara müdahale etmedikleri için özür dileyerek “açık ve şeffaf bir soruşturma” sözü verdi. Ayrıca parti içinde disiplin suçları için tüzükte değişikliklere gidileceği ifade edildi.
Hennig-Wellsow’un istifasının ardından Eş Başkan Janine Wissler partiyi Haziran 2022’de yapılacak kongreye kadar götürecek.
Kuşkusuz Almanya’nın işçi sınıfının çıkarını savunan, anti-kapitalist bir partiye ihtiyacı var. Sol Parti koalisyonda bulunduğu eyaletlerde sosyal çalışmalarda başarısıyla kendisinden söz ettiriyor. Ancak içinde bu kadar karışık olan bir parti ne yazarsa yazsın seçmen için seçilebilir olmuyor. Öte yandan Almanya’da bazı kodlar var ve bu kodların dışına çıkan bir parti medya ve diğer partiler nezdinde meşruluğunu yitirebiliyor. Ancak aslolan, ilkeleri savunmaktır. Bu noktada Sol Parti’nin NATO karşıtlığı diğer tüm partilerin karşı çıkmasına rağmen meşrudur, ancak parti içinde dahi bunu tartışmaya açtığında farklı seslerin çıkması seçmen açısından negatif etki doğurmuştur ve doğuracaktır. Elbette bir partide farklı seslerin olması ve bu seslerin tartışması değerlidir, bu değeri savunmak gereklidir ancak burada gerçekleşen parti içinde farklı seslerin bulunmasından ziyade parti içindeki tartışmanın dışarıya dökülmesidir ve hatta partinin işleyişini etkilemesidir. Bunun dışında siyasetin bu kadar kişiselleştiği ve “kişi kültü” üzerinden yürüdüğü dönemde Sol Parti’nin medyada en çok görünen üyelerinin esasında partiyi eleştirenler olması da seçmen için karışıklığa neden olmaktadır.