‘’Kader’’miş, KADER diyorlar. Yani Allah’tan gelmiş. Müsebbibi Allah’mış.(!!!)
Sorumluluğu üzerlerinden atmak için Allah’ı yüzlerce insanın üzerine maden göçürtmekle suçluyorlar.
kendileri ölenlerin aileleriyle bile aralarına 4 kat polis jandarma barikatı çekip, ellerini arkadan bağlamış siyah takım elbiseli adamların arasında olmadan irtibat kuramazken bir madenin yüzlerce ocağı söndürmesine KADER diyorlar.
Ve ekliyorlar : “Bu işin fıtratında var, ama hamdolsun ki başımıza böyle şeyler şu şu ülkelerdeki kadar gelmiyor’’
Doğal afet gibi iş kazası olmuş, hala başka ülkelerle yarışıp onlara üstünlük taslama derdindeler. 13 yılda 12 bin emekçi iş kazasından ölmüş ama açıklama aynı:‘’KADER’’ ve ‘’Hamdolsun!’’
“Hamdolsun” olmasına da, ayıptır sorması sen kimin adına hamdediyorsun? Babasız kalan çocukların mı? 15 yaşındaki yeğeninin cesedini soğuk hava deposu önünde bekleyen amcanın adına mı yoksa ‘ölseydim de oğlumu madene göndermeseydim’ diyen annenin adına mı?
“Hamdolsun!”, ne demek bu? “Hamdolsun ne kadarda az ölüyorsunuz”, “hamdolsun ne kadarda uzun aralıklarla sık olmadan ölüyorsunuz”, ” birkaç ülkeye göre aslında ne kadar da az ölüyorsunuz”, “HAMDOLSUN! HAMDOLSUN!”, 13 yılda 12 bin işçi, “HAMDOLSUN HAMDOLSUN!” Bu sözü mevcut gerçekliklerle harmanlayıp yorumlayınca böyle bir anlam çıkıyor sanırım.
Yandaş medyada tüm propaganda aygıtlarını vakit geçirmeden devreye sokmuş, vicdan sosuna bulaşmış sufiyane bir edayla ‘meseleyi politikleştirmeyin, meseleyi politikleştirmeyin’ diye sayıklayıp duruyor. Çünkü mesele politikleşirse suçun ALLAH’a yıkılması güçleşecek. Beşeri sorumlular teşhir olacak. TEVEKKÜL emekçilerin dilinde, yüreğinde ruh haline gelecek. Ve emekçi sorgulayıp soracak : NEDEN?
Meselenin politika üzerinden konuşulması istenmez çünkü ‘MESELE BAŞTAN AŞAĞI POLİTİKTİR’. Bu günah sermayenin lehine işçilerin, mazlumun canını hiçe sayan, sürekli kar etme tutkusundan başka bir şey tanımayan ‘NEOLİBERAL POLİTİKALAR’ ve onu nefes almaksızın uygulayanların boynunadır.
Neoberalizm kapitalist sistemde sermaye sınıfının (egemen sınıf), işçilerin sosyal-sendikal-siyasal haklarını birer birer budayıp, işçi sınıfını kölece çalışma koşullarıyla sermayenin kural tanımaz boyunduruğuna sokma stratejisidir. Kapitalizmin emekçilere karşı devreye soktuğu tarihsel bir stratejidir (dolayısıyla kapitalizmin kendisidir) Küresel çapta ilk olarak 1975 ekonomik kriziyle gündeme gelmiştir. Türkiye’deki uygulanma zemini ise 12 eylül darbesinin ertesinde alınan ‘24 OCAK KARARLARI’ yla oluşturulmuş, Özal’la beraber bu darbe ‘ekonomi-politiği’ kurumsallaşmaya başlamış, Akp zamanında ise bu kurumsallık istisnasız bir ‘neoliberal’ işleyişe dönüşmüştür.
‘Neoliberal partiler’ için işçilerin hak ve özgürlüklerinin, yaşam ve çalışma koşullarının bir önemi yoktur. Mütteahitlere bol bol inşaat diktirip betonarmeden ve borsa oranlarından durmaksızın övünmek, emekçilere ve onun sıkıntılarına yabancılaşmak (hatta emekçileri de güçlü propaganda aygıtlarıyla kendi sıkıntılarına yabancılaştırmak) ‘neoliberal’ partilerin temel karakteristiklerindendir.
Neoliberalizmin politik sözcülüğünü yapan partilerin güvenceli-güvenlikli çalışmayı, sendikalılığı tasfiyesi ve emek örgütlerine olan(gerektiğinde kaba güce varan) baskısı bugün 12 bin işçinin iş kazalarında ölümünün politik arka planıdır. Şu anki iktidar, 12 eylülcülerin temelini attığı, 30 yıl boyunca gelip giden hükümetlerce de süregelen ‘neoliberal’ politikaların bayrağını fiiliyatta zirveye taşımıştır. 13 yılda 12 bin emekçinin iş kazalarında hayatını kaybedişi bu zirvenin bilançosudur.
Ülkede artık ‘taşeron’ değil, ‘taşeronun taşeronu’, hatta onunda taşeronu vardır. Ama anayasal bir hak olan sendikalılık, İş güvencesi ve iş güvenliği yoktur.
Bundan iki hafta öncesinde ana muhalefet partisinin ‘SOMA’ daki iş kazalarıyla ilgili önerge verdiğini ve bunun iktidar partisinin oylarıyla reddedildiği haberi dahada canımızı yakıyor. Önerge verildiği zaman iktidar partisinden bir zatın bir Tv kanalında bu önerge için ‘eften püften önergelerle gündemi değiştirmeye çalışıyorlar’ dediğini duyuyoruz. Peki gündem işçilerin canı değilse nedir? ‘Paralel –üçgen dörtgen –edepli edepsiz’ muhabbetleri mi?
İşçilerin canı ve yaşam koşullarıyla ilgili her şey kapitalist sistemin savunucuları ve politik sözcüleri için ‘eften püften, marjinalleri(!) ilgilendiren, gereksiz’ konulardır. Onların literatüründe borsa oranlarından değilde işçi ücretlerinden , iş güvenliğinden ve iş güvencesinden bahsetmek ‘MARJİNALLİK’ olarak geçer.
Kolay değildir kapitalist sistemde ‘iş güvenliği’ olmaması sebebiyle büyük holdinglerin kapısına kilit vurmak, onlara caydırıcı cezalar vermek. Bu işçileri, öğrencileri sokaklarda kimyasal sularla sulamaya, tepelerine gaz bombası yağdırmaya hiç benzemez. ‘Neoliberal’ doğaya sahip bir parti bunu hiç yapamaz, yapmaz! Eğer bir yerde FITRAT’tan söz edeceksek, işte bunu yapmak neoliberal partilerin fıtratında yoktur!
Kapitalizmin ideologları ve politikacıları çıkıp tvde insanların gözünün içine baka baka ‘karbonmonoksitten ölüm tatlıdır’, ‘güzel öldüler’, ‘asgari ücrete mükemmel yaşanır’ diyorlar. Kanımca bu aslında onlar açısından en samimi tavırdır. İnanın bu samimi ve zihniyetlerinin her zerresini belli eden açıklamaları beni ‘işçi kardeşlerim’ derlerken ki halleri kadar öfkelendirmiyor. Çünkü en azından kendi gerçeklikleri ve dayandıkları varoluş koşullarına uygun olarak içlerinden geleni örtmeden söylemiş oluyorlar.
‘Aman Ya Rabbi’ Bir insan nasıl böyle şey söyleyebilir’ diye inanın demiyorum. Hatta ezilenlerin ve tarihin tazyikiyle artık bu ‘vicdandışı’ gerçekliklerini saklayamaz, dile gelmekten alıkoyamaz hale gelmelerine memnun bile oluyorum. Ne yetkili birini yerde yatan bir maden işçisini facianın yaşandığı yerde yerde tekmelerken görünce şaşırıyorum, ne insanların kimyasal sular ve gaz bombalarıyla sistematik şiddete maruz kalmasına şaşırıyorum. Ancak şurda bir parantez açmak gerekir ki her tarafı gövde gösterisi kokar gibi görünen bu haller ‘güç’ değil zayıflık belirtileridir. Kapitalizmin elinde ‘kaba şiddet’ ve ‘ahlaki dezenformasyona uğramış cümleler’ den başka bir şey kalmamışsa bu zayıflıktan başka bir şey değildir.
Ve gerçekten de bu tabloya bakınca bu kelimelere can simidi gibi neden yapıştıklarını anlıyorum: ‘KADER’, ‘FITRAT’ , ‘ALLAH’IN TAKDİRİ’.(???). Sistemin bahsettiğim ‘politik-moral’ girdaptan çıkması için içeriği boşaltılmış ‘DİNSEL(!)’ illüzyonlara ihtiyacı var ve her zamanda olmuştur.
Çünkü ‘Neoliberal partiler’ ekonomi-politik sorumluluklarından insanların bilincinde dini(!) yada ‘vatan millet’ edebiyatına dayalı milli(!) illüzyonlar yaratarak kurtulmayı pek severler.
Ama kusura bakmasınlar Bu Allah’ın değil olsa olsa kapitalizmin ve onun savunucularının emekçiler üzerindeki takdiridir.
Bu facia Allah’a isnad edilemez. Allah ocak söndürmez. Allah yüreklere ateş düşürmez.
Ancak kapitalizm söndürür, söndürmüştür ve tarih sahnesinde varoldukça da söndürecektir. Tabii illüzyonlarının menzilinin varabildiği yere kadar…
Bu yazı ilk olarak adilmedya.com sitesinde yayınlanmıştır.