AKP hükümeti Kobanê’ye yönelik çetelerin işgal saldırılarına paralel olarak, yoğun bir gözaltı ve tutuklama furyası başlattı. Özellikle Ekim ayı başından beri hak ihlalleri ve gözaltılarda önemli bir artış yaşandı.
İnsan Hakları Derneği’nin Kuzey Kürdistan’ı kapsayan yılın ilk dokuz aylık hak ihlalleri raporuna göre 13 bin 396 hak ihlali saptandı. Aynı süre içerisinde 155’i çocuk olmak üzere 1437 kişi siyasi gerekçelerle gözaltına alındı.
Bu bilançoya, Türkiye kentleri ve Ekim ayında yaşanan hak ihlalleri de eklendiğinde, devlet kaynaklı saldırılarda patlama yaşandığı görülüyor.
İHD’ye göre sadece Ekim ayında Kobanê ile dayanışma eylemleri sırasında 42 kişi hayatını kaybetti, 56’sı çocuk olmak üzere 1128 kişi gözaltına alındı. Bunlardan 34’ü çocuk 221 kişi tutuklandı. Aynı ay içerisinde en az 801 kişi yaralandı. Ekim ay aynı zamanda, OHAL döneminden bu yana ilk kez devreye konulan uygulamalarla da dikkat çekti. 3 Kent, 4 Merkez İlçe ve 21 ilçede sokağa çıkma yasağı kararı alındı.
Artan hak ihlalleri ve gözaltılar, AKP hükümeti ile Fethullah Gülen cemaati ortaklığında Kürt hareketine ve tüm muhaliflere yönelik benzeri görülmemiş baskı dönemini hatırlattı.
2009’da Kürt legal partisinin yerel seçimlerde tarihi başarı elde etmesi ardından devreye konulan KCK operasyonları ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük toplu gözaltıları yaşandı.
Siyasetçiler, seçilmişler, gazeteciler, insan hakları savunucuları, aydınlar, akademisyenler, öğrenciler, avukatlar, kadın aktivistler ve çocuklar, akla hayale gelmeyecek keyfi gerekçelerle cezaevlerine dolduruldu.
2009 ile 2011 arasındaki üç yıl içerisine insan hakları savunucularına göre 27 bin 503 kişi gözaltına alındı, bunlardan 6 bin 444’ü tutuklandı. Sadece 2011 yılı içerisinde 12 bin 600’ü aşkın kişi gözaltına alınmıştı. İnsan hakları savunucuları 2011 yılını “polisiye devletin kurumlaştığı yıl” olarak tanımlamıştı.
2013 ve 2014 yılı, demokratik çözüm süreci ve Kürt özgürlük hareketinin başlattığı çatışmasızlık süreci sayesinde daha az hak ihlallerinin yaşandığı yıllar olsa da, bu süreçlere rağmen devlet baskılarının tırmanması derin bir endişeye yol açıyor.
2011 yılında sadece Kuzey Kürdistan’da 29 bin 366 hak ihlali yaşanırken, 2013 yılının ilk dokuz ayında Kuzey Kürdistan’da 7 bin 246 hak ihlali vakası tespit edildi. Bu tabloya bakıldığında, 2013’e kıyasla 2014’ün ilk dokuz ayında neredeyse iki katı bir hak ihlali artışı gözleniyor. AKP hükümetinin “kamu düzeni” adı altında çözüm sürecine dayattığı otoriter rejim, yoğun tepki konusu oluyor.
Bununla birlikte gözaltına alınanların, tıpkı KCK operasyonlarında olduğu gibi, çözüm sürecinde pazarlık konusu edilebileceğinden endişe ediliyor.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı da Ekim ortasında yaptığı bir açıklamada, böyle bir olasılığa işaret etmişti. KCK açıklamasında şöyle diyordu:
“Tek bir insan bile evinden, iş yerinden ve sokaktan alınamamalıdır. Her gözaltına alma girişimine karşı direnilmeli ve bu direniş sadece bir ilçe veya ille sınırlı kalmamalı tüm Kürdistan ve Türkiye’ye yayılmalıdır. Halk tutuklamalara karşı koymalı, tutuklanmak istenenler de güvenli alanlara gitmelidir. KCK operasyonlarında yapılan hatalara düşülmemelidir. Ne polise ne mahkemeye gidilmelidir. Bu polis ve mahkemeler Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmak için çalışmaktadır.”
ÇIRAKLIK, KALFALIK, USTALIK DÖNEMLERİNDEN ‘MUTLAK’ İKTİDARA…
2009’da AKP iktidarına karşı “PKK’nin şehir yapılanması”, “komplo” veya “darbe” suçlamaları gibi gerekçelerle estirilen polisiye ve askeri terör ardından, Ahmet Davutoğlu döneminin argümanı da “kamu düzeni” oldu.
Davutoğlu, 26 Ekim’de yaptığı bir açıklamada, giderek otoriterleşen hükümet baskılarına kılıf olarak öne sürdüğü “kamu düzeni”ni, barış sürecinin önüne bir koşul olarak koymaktan geri durmadı.
Davutoğlu, “Kamu düzeni olmayan yerde hiçbir sürecin yürümesi söz konusu değildir. Önce kamu düzeni” dedi.
Kamu düzeni, barış ve kamu güvenliği ile karakterize olan sosyal devleti ifade ediyor. İki tür kamu düzeni bulunuyor: genel çıkarı koruyan kamu düzeni ve en zayıfları koruyan kamu düzeni.
Türkiye ve dünyanın önemli bir bölümünde, belli çevrelerin çıkarlarını korumak amacıyla zayıfları bastırma ve terörize etme üzerine kurgulanan baskı sistemi “kamu düzeni” olarak öne sürülüyor.
AKP iktidarının dayattığı “kamu düzeni” anlayışı, özünde anti sosyal, ayrımcı, inkarcı ve ırkçı uygulamalarla içerik kazanmış görünüyor. Bu anlayış AKP iktidarı döneminde çeşitli aşamalardan geçerek, bugünkü niteliğine kavuştu.
Recep Tayyip Erdoğan, AKP’nin iktidara geldiği 2002 ile 2007 arasını “çıraklık”, 2007-2011 arasını “kalfalık”, Haziran 2011’den sonrasını ise ustalık dönemi olarak tanımlıyordu.
Çıraklık ve kalfalık döneminde devletin, polis, istihbarat, yargı ve ordu gibi zor aygıtlarını ele geçiren AKP iktidarı, ustalık döneminde bu araçları toplumun tüm muhalif kesimlerine karşı kullandı.
Erdoğan’ın ustalık döneminin başlangıcında, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a tam tecrit, KCK operasyonlarının yoğunlaştırılması, gerillaya karşı “tamil senaryosu” ve Paris’te üç Kürt kadının katledilmesi süreçleri devreye konuldu.
Bu yeni dönemde, Türk hükümetinin Kobanê olayları ardından “özgürlük ve güvenlik uyumu”nu sağlamak iddiasıyla gündeme getirdiği “İç güvenlik reformu”, Türkiye’de polis devletinin de daha fazla kurumlaşacağının açık sinyalleri olarak değerlendirildi.
Diğer bir ifadeyle çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemleri ardından, mutlak iktidar hırsıyla baskıyı daha fazla kurumlaştırma ve otoriterleşmeye hız verilmesi büyük bir tehdit olarak karşımızda duruyor.
Zira bu kamu düzeni anlayışı, içerde binlerce gözaltı, onlarca ölüm ve hak ihlali olarak karşımıza çıkarken, dış politikada ve sınır boylarında ise insanlık düşmanlarına karşı geniş bir hoşgörüyü temsil ediyor.
(ANF – Maxime Azadi)