Arjantin’de olagelenler bize çok tanıdık. Tavan yapmış enflasyonu, dizginlenemeyen ABD Doları, halkın temiz ve sağlıklı değil sadece gıdaya erişiminin bile çok zorlaşması, doğaya ve kadınlara yıllarca mücadele ederek elde ettikleri haklarına saldırıları bize çok benzer. Sanırım tek fark, yerel ve merkezi hükümetlerin tüm baskı ve şiddetine rağmen kentlerinin o geniş bulvar ve caddelerine rağmen protestolar için doldurabilmeleri.
Arjantin’de Ekim ayında genel seçime gidilecek. 13 Ağustos’ta Arjantin’in Başkan adayları ve partilerin ittifaklarının net olarak şekillendiği merkezi ön seçim (PASO) yapıldı. PASO’dan çıkan sonuç henüz açıklanmışken, Gonzales hükümetinin “süper yetkili Ekonomi Bakanı” Massa, IMF’ten gelecek 7,5 Milyar ABD Doları henüz netleşmeden alelacele yüzde 20 devalüasyon yaptı ve krediyi daha pahalı hale getiren daraltıcı bir önlem olan faiz oranını da yüzde 21 artırdı. Buna rağmen döviz fiyatları tavan yaptı, Dolar yüzde 22 arttı. Tabii bu resmi rakam, iç piyasalarda Dolar Blue çok daha yüksek. Devalüasyonun hemen ardından akaryakıt, et, ekmek ve ulaşım fiyatları zamlandı (çok tanıdık değil mi?). Massa aynı zamanda Peronistlerin başkan adayı, PASO’dan 3. sırada çıktı.
Bir de Milei var, PASO’yu yüzde 30 oyla en önde bitirdi. Jet hızıyla tebrik edenlere bakarsak hangi kampta olduğu daha iyi anlaşılır; İspanya’nın faşist partisi VOX, Brezilya’dan Bolsonaro, ABD’den Trump, Şili’den Cumhuriyetçi Parti. Milei’nin propagandasında en önemli başlıkları; kadınların nice mücadelelerle kazandığı kürtaj yasasını değiştirmek, eyalet sistemi olan Arjantin’de “ulus devleti” bölüyor olması gerekçesiyle otonom yönetimlere son vermek, maden yasasında değişiklilerle “kalkınmaya” öncelik vermek ve sağlık ve eğitimde tam özelleştirme gibi… Başkan olursa, kendine “özgürlükçü” diyen faşist Milei”nin dikkat çekici vaatleri bunlar. Milei’nin yüz yüze kampanyasının yanı sıra dijital platformlarda yürüttüğü ağ örgütlenmesi “paralel” kampanyası, özellikle tik tok’ta yürüttüğü kampanyanın halk üzerinde çok etkili olduğu ciddi makalelere konu oluyor. Bizim kamuoyumuzda da başkanlık birinci tur seçimlerinden sonra AKP’nin başarısı ile ilgili bu konu konuşulmuştu.
Arjantin’in siyasal ve ekonomik durumunu özetlemeden esas konumuza geçmek olmazdı. Ayrıca belli ki seçimde iktidarı kim alırsa alsın tıpkı bizde olduğu gibi işçiye, yerli halklara, kadınlara, doğaya saldırılar artarak devam edecek.
Jujuy halkları yeni anayasa reformunu kabul etmiyor
Jujuy, Arjantin’in otonom yerellerinden biri. Jujuy Valisi Morales (iktidardaki Peronistlerden) Haziran ayında bir anayasa reformu ile tarım yapılan yerellerin tamamını madenlere devredecek yasayı çıkarınca başta Jujuy kenti olmak üzere eyaletin dört bir yanında protesto eylemleri başladı. Diğer yandan, yerel halkın yürütmeyi durdurma için yerel mahkemeye yaptığı başvuru da reddedilince tansiyon iyice yükseldi.
Jujuy yerli halkların/ulusların yoğun yaşadığı bir eyalet (ağırlıklı Mapuche halkı), yerli halk tarım, hayvancılık ve dokumacılıkla geçimini sağlıyor. Arjantin dünyanın en büyük endüstriyel tarım ülkelerinden biri aynı zamanda (GDO mısır ve soya üretiminde bir numara) fakat bu bölgede yerli halk geçimlik tarım yapıyor ya da küçük çiftçi. Arjantin’in 100 yılın üzerinde süren sömürge politikası nedeniyle zaten azınlık olan halkın kalan toprakları da ellerinden alınarak aslında yerli halklar yok edilmek isteniyor.
Vali Morales, protesto eden eylemcilere çok ağır saldırdı, yüzlerce gözaltı, tutuklama yapıldı fakat halk geri adım atmadı. Akbelen’de kadın, erkek, çocuk, yaşlı demeden uygulanan devlet şiddetinin Ege Bölgesi kadar bir eyalette uygulandığı düşünülürse daha anlaşılır olacaktır sanırım.
Diğer yandan, Jujuy sermaye için çok önemli çünkü lityum mineralinin çok zengin olduğu bir bölge. Lityum günümüzde çok değerli çünkü üretilen lityum pilleri elektrikli otomobiller, telefon ve bilgisayarlar için vazgeçilmez bir element. Dünya’da Çin, Arjantin ve Şili en büyük yataklara sahip ve aynı zamanda en büyük üreticiler. Arjantin’de Kanada, Avustralya ve Çinli şirketler üretim yapıyor. En büyük ihracat da Çin’e yapılıyor, bu durum Şili ve Bolivya için de benzer.
Yasa çıkarıldıktan sonra başlayan eylemler çok geniş katılımlı oldu; sendikalar, insan hakları örgütleri, yerli halkların kendi örgütleri, feministler, öğrenciler. Özellikle kendileri de hakları için süresiz grevde olan öğretmenlerin aktif desteği vardı (sadece Jujuy kentinde 5000’den fazla öğretmen yürüyüşlere katıldı). Eylemler sırasında öğretmenlerin maden işçileri ile de dayanışmak için onları ziyaretlerinde işçilerin yasaya karşı olduklarını açık deklare etmeleri ve eylemlere de sınırlı/sembolik sayıda da olsa katılımları çok önemliydi tabii. Feminist örgütler de hem eylemlerin hem de uluslararası organizasyonların önemli bir öznesiydi çünkü yasaya karşı çıkanların büyük bölümü yerli kadınlar, bu nedenle ciddi bir dayanışma örüldü. Yerli kadınlar, çiftçi ve dokumacı, aslında tıpkı bizde olduğu gibi Arjantin’de de kırsalda kadınların büyük bölümü tarımda “aile işçisi” veya evde dokumacı emekçi (1).
Bu nedenle yerliler ve özellikle kadınlar, toprağın ve suyun yaşamı sürdürmedeki önemini de en iyi bilenler. Arjantin’de de ormanların, tarım alanlarının ve suların talanı nedeniyle ekolojik yıkım çok büyük. Arjantin’de halkın yüzde 13’ünün ev içinde suyu yok, susuzluk çok önemli bir boyutta ve doğa talan edildikçe daha da kötüye gidiyor.
Kadınlar Purmamarca’da suyun ve toprakların savunulması için çok uluslu bir duruşma düzenledi
Çeşitli ülkelerden kadınlar 8 Ağustos’ta Vali Morales’in desteklediği Jujuy Anayasası reformuna karşı yerli toplulukların su ve topraklarının savunulması amacıyla oluşturduğu barikatlarda buluştu.
Kadınlar, San Roque kasabasındaki barikatta ve Purmamarca’da sürdürülen abluka sırasında yerli kadınların çok uluslu bir duruşması olan ” Minga de la Palabra ” adlı toplantıyı gerçekleştirdiler.
Girişimi, Arjantin Yerli Dokumacılar Örgütü ile feminist örgütler birlikte örgütlediler. Aslında Yerli Dokumacılar Örgütü’nün yönetimi de feministlerden oluşuyor çünkü dokumacıların tamamına yakını kadınlar.
Bu çerçevede Şili Kurucu Meclis eski başkanı (2021-2022) Elisa Loncon (Mapuche, Şili) ve CONAIE (Ekvador Yerli Milletler Konfederasyonu) Başkan yardımcısı Zenaida Yasacama (Kichwa), ayrıca Bolivya’dan feministler katılım sağladı. Latin Amerika’da coğrafyamızdan farklı olarak sömürge halkların ve kadınların enternasyonalist dayanışması çok daha yoğun ve belirgin.
Kurulan mahkeme çok uluslu ve halkların/izleyicilerin katılımına açık yapıldı.
Bu arada Çarşamba günü Buenos Aires kentindeki Katoliklerin Karar Hakkı ofisinde bir basın toplantısı düzenlendi ve Minga de la Palabra bölgesindeki Temsilciler Meclisi’nde de sömürgecilik karşıtı politikalar tartışıldı.

Buenos Aires’e 3. Malón de la Paz yürüyüşü
Malón de la Paz, 1946’da Arjantin’in başkenti Buenos Aires’e, topraklarının iadesini talep eden yerli halkların yürüyüşüydü. Kendi içinde tezat anlamı “Barış için isyan”dır.
Bu yürüyüşten tam 77 yıl sonra yerli halklar ama özellikle en önde kadınlar, 3. Malón de Paz için Bolivya sınırından Buenos Aires kentine 1300 km yürüyerek ve otobüsle ulaştılar ve kamplarını kurdular. Yüzden fazla yerli topluluk bu yürüyüşe katıldı. Buenos Aires’te de eylemlere insan hakları savunucuları, feministler ve geniş bir katılımla öğretmenler destek veriyor.
Toprakları ve sularını savunan, Buen Vivir (İyi Yaşam)(2) isteyen yerliler başkentteki eylemlerine yüksek yargıya yaptıkları başvurudan olumlu bir sonuç alana kadar devam edecekler. Mahkemeden olumlu sonuç çıkmazsa yaşam alanları madenlerle, madenlerin taşıma sorunu için yapılmak istenen hızlı otoyollarla (Karadeniz’de “Yeşil Yol” adıyla yapılan “maden karası yol” benzeri) doğa tamamen yok edilecek. Hükümetin imzaladığı uluslararası sözleşmelere de aykırı, yerli halkların haklarını yok sayan bu kararın durması gerekiyor. Jujuy’lu bir yerlinin alanda uzatılan bir mikrofana yanıtı sanırım durumu özetliyor: “Benzin, dizel satıyorlardı şimdi de temiz enerji adına lityum satmak istiyorlar ama bunun bedeli tuz düzlüklerini kirletmek, yaylaları, vadileri, Jujuy’u yok etmek ve kasabalarımızı zehirlemek”.
Son olarak, Jujuy’da halkın mücadelesi karşılığını bulacak mı bilmiyoruz, Akbelen’de mücadele devam etse de binlerce ağaç kesildi ve Limak faaliyetine devam ediyor. Kapitalizmin bu yüzyılda en önemli sömürü/tahrip alanları emekle beraber doğa olacak bu nedenle ekoloji mücadelesinin de anti kapitalist bir çizgide verilmesi elzem.
(1) Ayşe Düzkan’ın Kadın İşçi’deki “ekmek davası” yazısını, kadınların tarımdaki durumunu anlatan iyi bir örnek olduğu için buraya bırakıyorum. https://www.kadinisci.org/kose-yazilari/kadin-emegi/ekmek-davasi/
(2) İyi yaşamı (el buen vivir) Güney Amerika’nın yerli halklarının, doğayla uyum içinde, insanlar arasında yaşama ve topluluk halinde yaşama olanağını gündeme getiren And ve Amazon halkları, doğa ve insanın sömürülmesine dayalı mevcut sisteme (bugün kapitalizme) alternatif bir öneri olarak pekiştiriyor. Bireylerin ve toplulukların giderek artan hak kayıplarına karşı ve toprağı ve suyu koruma mücadelelerinde, Arjantin, Şili, Bolivya gibi ülkelerde yerli halkların felsefesi olmuş.