Hasan KUL yazdı – Cumhurbaşkanı konuyla ilgili bir soruya verdiği yanıtta: “Bizim Mahkemelerimizi tanımıyorlarsa, biz de onları tanımıyoruz” demiştir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın onlar dediği, kurucusu olduğumuz Avrupa Konseyi ve Anayasamızın 90. maddesinde iç hukukumuzdan üstün gördüğümüz AİHM’dir.
Avrupa Konseyi Türkiye’nin de kurucuları arasında yer aldığı bir kuruluştur. Konseyin yürütme organı Bakanlar Konseyi, yargı organı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’dir. Bakanlar Konseyi’nde ülkemiz dışişleri bakanı tarafından temsil edilir, oy hakkı vardır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde ülkemizi temsil eden bir yargıç üye vardır. TBMM Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını kabul etmiş ve Anayasa’nın 90. maddesinde uluslararası sözleşmelere uyacağını ve AİHM kararlarının iç hukukun üstünde olduğunu kabul etmiştir.
TC vatandaşı Osman Kavala, Türkiye’de tutuklanmış, yargılanmış, yargılandığı davadan beraat etmiş, cezaevinden çıkamadan yeni bir suçlama ile yeniden tutuklanmıştır, halen tutukludur. Kavala, AİHM’e başvurmuş, mahkeme “Hak ihlâli” kararı vermiş ve Kavala’nın tahliyesini ve beraatini öngören kararı vermiş, Türkiye bu karara uymamıştır. Konu Avrupa Komisyonu’na gelmiş ve komisyon Türkiye’ye süre vererek AİHM kararına uyulmasını istemiştir. Süre dolmuş ve Avrupa Komisyonu Bakanlar Konseyi Türkiye’ye karşı ihlâl sürecini başlatmıştır.
Cumhurbaşkanı konuyla ilgili bir soruya verdiği yanıtta: “Bizim Mahkemelerimizi tanımıyorlarsa, biz de onları tanımıyoruz” demiştir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın onlar dediği, kurucusu olduğumuz Avrupa Konseyi ve Anayasamızın 90. maddesinde iç hukukumuzdan üstün gördüğümüz AİHM’dir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46. maddesi, AİHM kararlarının üye ülkeleri bağladığını ve kararlara uyulmasının zorunlu olduğunu belirtmektedir. Türkiye bu sözleşmenin de tarafıdır.
Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkındaki AİHM kararları, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. maddesini ihlâl ettiğini belirtmektedir. Yani yargılamaların hukuksal değil, siyasal olduğunu söylemektedir. Bu durumda Kavala ve Demirtaş birer siyasal rehine durumundadır. Sözleşmenin 18. maddesini ihlâlle suçlanmak, Türkiye açısından bir ilktir. Azerbaycan Mehmedov davasında aynı maddeyi ihlâl eden Azerbaycan konseyin üyelikten çıkarma uyarısı karşısında mahkemenin kararını uygulamak zorunda kalmıştır.
AİHM kararlarının gereğinin yapılıp yapılmayacağı, ilgili kişiler hakkında karar veren ilk derece mahkemelerini ilgilendirdiği halde bu konuda irade beyanı sayın Cumhurbaşkanı’ndan gelmektedir. Örneklerini Can Dündar, Rahip Bronson, Deniz Yücel davalarında gördüğümüz bu durum ister istemez akla Anayasamızın 6. maddesini getirmektedir. Any. Madde 6: “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.”
Bu maddenin açılımı şudur: Millet egemenlik yetkisini yetkili organlar olan yasama, yürütme ve yargı organları aracılığıyla kullanır. Tartıştığımız konuda “Yürütme Organı” yargı organına ait bir yetkiyi kullanmaktadır. Anayasaya göre bu bir yetki gaspıdır ve anayasayı ilga suçudur. Ayrıca zincirleme olarak bu kararı veren, AİHM kararı kendilerine tebliğ edildiği halde gereğini yapmayan hakimler de “Görevi ihmâl ve anılan kişilerin hürriyetini tahdit” suçu işlemektedirler.
Şayet siyasal iktidar kendilerine emir ve talimat veriyorsa o zaman da şu ilkeyi sayın hakimlere hatırlatmak zorunda kalırız: Konusu suç teşkil eden hiç bir emir uygulanamaz. Ülkemiz yargı pratiğinde daha önce yaşanmış olan ABD vatandaşı Rahip Bronson ve Alman vatandaşı gazeteci Deniz Yücel’in “ağırlaştırılmış müebbed hapis” istemiyle yargılanırken her ikisinin de serbest bırakılıp ülkelerine dönmelerinin de hangi süreçlerden geçerek oluştuğu tartışmalıdır. Özetle: AİHM kararlarına uymak anayasal bir zorunluluktur.