Siyasi HaberSiyasi Haber

    Güncel Kalın

    Türkiye ve dünyada neler olup bitiyor ilk siz bilgi sahibi olun

    Göz attınız mı?

    Madrid’den Rojava’ya: Dış politikada AKP’nin hırsları ve kifayetsizlikleri

    24 Ağustos 2022

    Yurtdışı üzerine düşeni yaptı, sıra yurtiçinde!

    25 Ekim 2015

    Ateş Meleği

    25 Eylül 2017

    Demokrasi Cephesi ve Anti-faşist Direniş

    21 Haziran 2016
    Facebook Twitter Instagram
    Facebook Twitter Instagram
    Siyasi HaberSiyasi Haber
    • Haberler
      • Gündem
        • Ekonomi
        • Politika
        • Ortadoğu
        • Spor
        • Sağlık
      • Emek
      • Kadın
      • LGBTİ+
      • Gençlik
      • Haklar ve Özgürlükler
        • Halklar ve İnançlar
        • Göçmen Hakları
        • Çocuk Hakları
      • Bilim Teknoloji
      • Kültür Sanat
    • Yazılar

      Kötülük ve Cezasızlık

      16 Mart 2023

      Emek ve Özgürlük İttifakı’nın Seçim Stratejisi: TİP ve HDP

      15 Mart 2023

      ABD’nin 16. büyük bankası battı: Yeni bir 2008 krizi mi geliyor?

      13 Mart 2023

      Vicdan, bilinç ve dayanışma

      10 Mart 2023

      Yaşamak nefes alıp vermek değildir: DAD

      10 Mart 2023
    • Yazarlar
    • Seçtiklerimiz
    • Söyleşiler
    • Dosyalar
    • Çeviriler
    Siyasi HaberSiyasi Haber
    Anasayfa » Ağ toplumu ve siyasal faaliyet III

    Ağ toplumu ve siyasal faaliyet III

    MAHİR SAYIN yazdı: "...Burjuvaziyi iktidardan alaşağı etmek için şiddet kullanmanın zorunlu olduğu durumda 'sosyalist bir ateşli silah' icat etmek gerekmemişse, aynı kapitalizmi yıkma amacı doğrultusunda kullanabilmek için de 'internetin sosyalist olması' gerekmez."
    Mahir Sayın- Mahir Sayın28 Ocak 202318 dk. okuma süresi
    Paylaş
    Facebook Twitter Telegram WhatsApp Email

    *”Mahir Sayın’ın “Ağ toplumu ve siyasal faaliyet” başlıklı makalesi ilk olarak Yaşayan Marksizm dergisinin 7. sayısında yayımlanmıştır. Siyasi Haber olarak “Ağ toplumu ve siyasal faaliyet” başlıklı makaleyi üç parça halinde yayımlıyoruz.

    Örgütlenme ve ağ

    Bütün buraya kadar anlatılanların elbette ki, çok daha incelikli yanları bulunmaktadır. Meselenin öneminin öne çıkarılabilmesi açısından bunları bir vurgulama olarak kabul ederek asıl kastımız olan gerçek ve dijital dünyaların varlığı koşullarında örgütlenme ve antikapitalist mücadele meselesine dönmek gerekiyor.

    M. Castel’e göre ağ toplumu artık belirleyici gerçekliktir. Çok erken tarihlerde yaptığı bu tespit ne tarihsel açıdan ne de yaşanan gerçeklikler açısından pek yerinde görünmemektedir. Meselenin esasını dijital dünya ile gerçek dünyanın bir arada var olmaya devam etmeleri oluşturmaktadır. Dolayısıyla ağ toplumu gerçekliğini karşılıklı etkileşim içerisinde iki dünyanın bir arada varoluşu noktasından bakarak kavramak gerekir. Özel olarak da antikapitalist örgütlenme ve mücadele söz konusu olduğunda bu her iki düzlemdeki oluşumların birbirini karşılıklı olarak yeniden şekillendirerek ortaya çıktıklarını görmek gerekir. Bu nedenle de örgütlenme ve antikapitalist mücadele meselelerine 20. Yüzyıldaki deneyimleri yeni yüzyılın gerçekleriyle sentezleyebilecek bir yaklaşımla gerçekleştirmek gerekiyor.

    Lenin, mücadele alanında ekonomizm yerine iradi müdahalenin/volontarizmin1 gerçekleşme alanı olarak siyasetin dönüştürücü gücünü öne çıkarırken bu siyaseti yürütme gücüne sahip örgütlenmenin de nasıl bir şey olması gerektiğini ilk kez “Bir Yoldaşa Örgütsel Görevlerimiz Üzerine Mektup” başlıklı broşüründe dile getirmiş ve bunu daha sonraki süreçte özellikle de Devlet ve İhtilal’de işçi sınıfının fiilen yönetici sınıf olarak örgütlenmesinin çerçevesinin ne olması gerektiğini, devamını devrimden sonra getireceğine söz vererek, 1917 Ekim devriminden bir ay kadar önce sergilemişti. Henüz Marksistlerin belirleyici, hatta etkileyici bile olamadıkları bir durumda ortaya çıkmış olan Paris Komünü deneyinden başka bir deneyim ortada yokken ve karşısında işçi sınıfı dünyasında egemenlik kazanmış muazzam bir ekonomizm duvarı ve o duvarın dünya çapındaki yapıcıları olan Bernstein, Kautsky, Plehanov gibi “ustalar” karşısında ihtiyatla, adım adım ilerleyen Lenin’e göre biz şimdi artık dünyanın üçte birinde devlet düzeyine yükselebilmiş deneyimlerden sonra her iki görevi de doğru bir biçimde ele alacak ve almak zorunda olduğumuz bir konumda bulunuyoruz.

    Lenin parti örgütlenmesini önce partinin üyeleri ve o sınırın dışında kalan ilişkileri olarak ikiye böldükten sonra her bir bölümün kendine ait detayları üzerinde de duruyordu. Bir adım İleri İki Adım Geri adlı kitabında parti şemasını şöyle kuruyordu2:

    “Genel olarak örgütlenme derecesine ve özel olarak da örgütün gizliliğine ilişkin olarak ana çizgileriyle şu kategoriler düşünülebilir:

    1 ) devrimcilerin örgütleri;

    2 ) olabildiği ölçüde yaygın ve çeşitli işçi örgütleri ( belli koşullarda, öteki sınıfların belli öğelerini de kapsamına alacağını düşünerek, kendimi işçi sınıfıyla sınırlıyorum). Partiyi bu iki kategori oluşturur. Ayrıca,

    3) partiye bağlı olan işçi örgütleri;

    4) partiye bağlı olmayan ama fiilen onun denetim ve yönetiminde bulunan işçi örgütleri;

    5 ) işçi sınıfının, sınıf savaşımının büyük ölçüde kendini gösterdiği olaylarda, sosyal-demokrat partinin kısmen yönetimi altına giren örgütlenmemiş öğeleri.

    Bu, aşağı-yukarı, benim sorunu nasıl ele aldığımı gösterir.”

    İlk olarak sözünü ettiği “devrimcilerin örgütleri” kategorisi, devrimcilikte ustalaşmış, bunu bir iş olarak benimsemiş devrimcileri, meslekten devrimcileri, profesyonel devrimcileri içeren örgütleri kastetmektedir. Bunların neler olabileceğini de ayrıca izah eder. Bu kurulan sosyalist devletlerin yozlaşmaları ve özellikle de SSCB’nin yıkılışından sonra, kimilerince kategorik olarak bürokratikleşmenin sorumlusu ilan edilerek reddedilmiş ve yerine Lenin’in daha önce Ne Yapmalı’da eleştirdiği amatörlüğü3 geçirmenin yolu olmuştur. Bu mesele hiç de iddia edildiği gibi kategorik olarak bürokratizmin sorumlusu diye ilan edilemez.

    Örgütlenme özgürlüğünün olmadığı koşullarda,bir partinin yasaya dayalı biçimde iktidar partisi olarak ilan edildiği durumda böyle bir sonucu elde etmiş olmakla, örgütlenme özgürlüğünün olduğu bir ortamda elde edilecek sonuçların aynı olduğunu iddia edebilmek için meseleye çok üstün körü yaklaşıyor olmak gerekir. Örgütlenme özgürlüğünün olmayışını görmeyip, bunun üstünden atlayarak profesyonel devrimcileri bürokratizmin sorumlusu olarak ilan etmek sosyalizm anlayışının monolitizm olduğuna işaret etmiyorsa, Martov’un, Lenin’in şiddetli eleştirilerine muhatap olan, “her grevcinin kendisini parti üyesi olarak ilan etme” gevşekliğine, ya da devrim denilen olayı “Nevski bulvarında volta atmak” olarak düşünülmesine tekabül eder.

    İkinci olarak zikredilen “olabildiği ölçüde yaygın ve çeşitli işçi örgütleri” partinin asıl kitlesini oluştururlar ve demokratik koşullarda bunların onayını almayan hiç bir işin profesyonel devrimciler tarafından akıllarına estiği gibi ya da herhangi bir yasadan güç alarak hayata geçirebilmelerinin olanağı da olamaz. Doğrudan demokrasiyi de içeren demokratik koşullarda işleyecek bir seçim mekanizması, kotalar ve rotasyon kurallarıyla da desteklendiğinde, böyle davranmaya eğilim gösteren profesyonel devrimcilerin profesyonelliğinin keyfiliğe tekabül ettiğini, onları hiçbir yere seçmeyip, kendilerinin bu defa geçim için bir başka iş aramalarına yol açarak, kimsenin görmezden gelemeyeceği bir biçimde gösterir. Eğer işçi sınıfı gerçekten egemen sınıf olarak örgütlenebilmiş ise, kendisinin ücretini ödediği, seçip geriye çağırabildiği “profesyoneli”, burjuvanın, maaşını ödediği bürokratı yönettiği gibi yönetmeyi, kendisine hizmet ettirmeyi becerir. Ama böyle bir deneyimin yaşanmasına imkân tanımayan, örgütlenme özgürlüğünün ortadan kaldırıldığı, tek bir partinin egemenliğinin yasaya bağlandığı ve o yasanın dayatıcısı olarak toplumun üzerinde yükselmiş olan “profesyoneller”den oluşan kurumsal baskı araçlarının olduğu durumda, zaten bütün parti mensupları devlet görevlisi olarak, parti üyesi olmanın ötesinde çok az niteliğe bakılarak istihdam edildiğinde, bunun garantilenmiş bir geçim yolu haline geldiğinde ve buna ulaşmak için parti üyeliğinin seçildiği durumda her yanda “profesyoneller” görürüz ama artık “devrimciler”den değil “bürokratlar”dan söz ediyor oluruz. Ve böyle bir durumda da işçi sınıfının egemen sınıf değil ancak, tabi, yönetilen bir sınıf olduğundan söz edilebilir. Böyle bir konuma sürüklenmiş olan sınıfın bu sistemin yıkılışına sessiz kalmasını da ancak böyle anlayabiliriz.

    Lenin’in altını çizdiği bu iki kategori partinin sınırlarının nereden geçtiğini anlatırken, parti faaliyetine katılanların çerçevesinin bundan çok daha geniş olduğunu, olması gerektiğini,

    “3) partiye bağlı olan işçi örgütleri;

    4) partiye bağlı olmayan ama fiilen onun denetim ve yönetiminde bulunan işçi örgütleri;

    5 ) işçi sınıfının, sınıf savaşımının büyük ölçüde kendini gösterdiği olaylarda, sosyal-demokrat partinin kısmen yönetimi altına giren örgütlenmemiş öğeleri.”

    sözleriyle anlatır. Esasında bu saydıkları reel ilişkilere dayalı parti faaliyetini sınırsız bir biçimde yayan bir ağ ilişkisidir. Partinin üyelerinden oluşan yapısını da hiyerarşisi olan bir ağ gibi düşünmekte yanlış olmayacaktır. Bu reel yapının bir benzerinin dijital olarak yaratılması mümkün olduğu gibi bunun varlığı reel yapının da proletarya demokrasisi açısından istenen özelliklerin de daha fazla doğrudan demokrasi doğrultusunda geliştirilebilmesinin olanaklarını sağlar.

    Lenin’in proletarya partisinin örgütlenmesi üzerine kurduğu bu şema esasında günümüz koşullarında da farklı bir çerçeveye taşınarak değerlendirilebilir. Bu konuda siyaset alanında ağ örgütlenmesini esas alarak kurulan siyasal partiler çoktan ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bunlara kısmen Yaşayan Marksizm’de yayınlanan “Realist Ütopya” başlıklı yazıda “ağ partileri” başlığı altında değinmiştim.

    Yeni eskinin de dönüşümünü dayatıyor

    Reel dünyada var olan hemen hemen her ilişkinin dijital dünyada da tekrarlanabilir olmasının ötesinde artık bunun zorunluluk haline gelmiş olması partinin kendi ilişkilerinin dijital ifadelerinin yaratılmasını gerekli kılmasının yanında parti faaliyetinin, şimdi artık Lenin’in saydıklarını da içerecek biçimde ama ondan daha geniş bir çerçevede oluşturulması da hayatın zorunluluğu haline gelmiş bulunuyor. Zaten ister istemez bütün partiler, dijitalleşmenin hayata nüfuz edişinin sonucu olarak, grup ve bireysel haberleşmelere imkân sağlayan mail, WhatsApp ve benzeri sosyal medya grupları kurmaktan, yine partinin sosyal medyalarda iletişim sayfaları oluşturmak gibi girişimlerden uzak duramamaktadırlar. Ancak bu meseleye var olan yapıya getirdiği faydalar noktasından değil, bu yeni ilişkinin kendine özgü bir alan oluşturduğu ve ortaya çıkışıyla birlikte eskiyi de nasıl değiştirebileceği noktasından yaklaşmak gerekir. Bu yapısal değişiklik aynı zamanda eylem dünyasında da yenilikleri ve bu yeniliklerle birlikte reel dünyadan taşınıp gelen deneyimlerin de bir dönüşüme tabi kılınması gerektirmektedir. Kuşkusuz bunun yapılması söylenmesi kadar kolay değildir. Birdenbire tüm detaylarıyla ortaya çıkacak bir yapı düşünmek pek mümkün görünmemektedir. Zihinde tasarlanabilecek şeyler olabileceğine kuşku yoktur ama bunların hepsinin pratiğin sınavından başarıyla geçmeleri ve kendilerini pratik sayesinde tamamlamaları gerekir. Ancak yeninin, eskinin bir eklentisi değil de var olan dünyamızı iki katına çıkaran bir özellik taşıdığı ve varlığıyla birlikte eskiyi de bütünsel olarak dönüşüme uğratacağı gerçekliğini benimsediğimizde, nasıl ki Lenin 1902’de henüz ihtilalci bir partinin üyesinin niteliğinin ne olduğunu tartışıp onun ardından gelen pratiklerin de yardımıyla parti teorisini durmadan iyileştirerek sürdürdüyse, bugün biz de de benzeri bir yol izleme durumunda olduğumuzu görürüz. Elbette Lenin’in veri olarak aldığı, proleter devriminin koşullarının dünya çapında oluşmuş olduğu gerçekliğinin üzerinden yürüyerek bu koşulları proletaryanın iktidarını oluşturacak şekilde değiştirecek bir ihtilalci partinin yaratılması idi. Üye tartışması da böyle bir gerekliliğin ilk tuğlası olarak ele alınmış oluyordu. Lenin’in ihtilalci bir girişimi gerçekleştirme kabiliyetine sahip parti konusunda önümüze koydukları bugün koyulmamız gereken yolun tümünü tarif etmese de bize başlangıç olarak yol göstermeye yeterli görünmektedir.

    Bu konuda Lenin’in anlattıklarıyla günümüzde ortaya çıkan, politik ve diğer alanlardaki örgütlenmelerin pratiklerinden yararlanmak mümkündür. Kendilerini sadece ağda kuran partilerin deneyimleri, değişik türden sosyal ve kültürel medya oluşumları Lenin’in yaptığı kurguyla bütünleştirilebilecek durumdadır. Kendilerini sadece ağ partisi olarak tanımlayan yapılar, günümüzün gig ekonomisine ait iş platformları gibi bir internet platformu üzerinde kurmakta ve herkesin ya serbest olarak ya da belli kurallara bağlı olarak eşit koşullarda katılabildiği ademi merkeziyetçi (istenirse bu yapıya belli düzeylerde demokratik bir merkezilik de kazandırılabilir) bir ilişki içinde bir tür sanal parti olarak siyasal alana müdahale etmektedirler. Bunların yaşamı ne ölçüde dönüştürücü olabilecekleri bir tartışma konusu olabilir elbette. Ama toplumun belli kesimlerine uzanabildikleri gerçekliği reddedilemez.

    Kültürel alanda hemen herkesin başvuru kaynağı haline gelmiş olan Wikipedia’da reel dünya ve dijital ağ ilişkisi konusunda iyi bir örnek sunmaktadır. Bilindiği gibi Wikipedia’nın ihtiva ettiği bilgilerin temini, 250 civarında insanın çalıştığı bir Vakıfın sağladığı altyapı temelinde (bunlar içeriğe herhangi bir şekilde karışmazlar) kitle kaynak kullanımı (crowd sourcing) yoluyla gerçekleşmektedir. Bu yöntem karşılıklı ya da karşılıksız olarak çok sayıda insanın yeteneğinin belli bir internet platformunda yine belli bir projenin gerçekleştirilmesi için bir araya getirme pratiğini anlatmaktadır. Böyle bir pratik Lenin’in tanımladığı dar anlamda partinin sınırlarının dışında kalmakla birlikte parti faaliyetini bir biçimde sürdüren değişik türden örgütlenmelerin yanına yerleşmekle kalmaz onların içine de nüfuz ederek daha efektif yapılara dönüşmelerine katkılı olabilir.

    Dijital ilişkilerin hayatımıza dahil olabileceği örgütsel ve eylemsel alan sadece parti dışındaki ilişkileri ilgilendirmez, en az bunun kadar partinin iç işleyişinin de değişikliğe uğratılmasını zorunlu ve sosyalizmle daha uyarlı bir hale getirir. COVİD-19 salgınının hayatımızın ortasına düşüp, kitlesel buluşmaları sınırlamasıyla kendiliğinden daha fazla kullanılan dijital ilişkiler esasında hayatımızda var olan başka kısıtlamaların da hızla aşılabilmesinin imkânını sunar. İletişimin coğrafyanın dayattığı sınırlamaları aşarak, herkesin herkesle bir arada oluşu gibi bir boyut kazanmış olması, haliyle bilgi alışverişini de müthiş hızlandırmaktadır. Ama mesele sadece bilginin hızlı ulaşımı değildir. Aynı zamanda herkes tarafında ulaşılabilirliğinin artması ve buna bağlı olarak da herkesin daha fazla karar verebilme kabiliyeti kazanması anlamına gelmektedir. Bu ne demektir? Demokrasinin gerçekleşmesinin, doğrudan demokrasiye daha fazla yaklaşılmanın ta kendisidir. Yani, sadece COVID-19’un hayatımıza soktuğu sınırlamaları aşmak için değil, doğal olduklarını kabul ederek, onların gereklerine göre davranmaya alışmış olduğumuz engellerin de ortadan kaldırılmasının imkânı ağ toplumuna taşınmakta yatmaktadır.

    Bu tespit bu kadarla da kalamaz. Nasıl ki, bugüne kadar aramızdaki ilişkilerin en önemlilerinin nasıl olması gerektiğini, hakların ve yetkilerin neler olduğunu tüzük diye nitelediğimiz bir “güvensizlik belgesinde” madde madde sıralamış isek, bu yeni durumda, iki dünyada birden varoluş ilişkilerini tanımlayacak tüzüksel belirlemeler de yaratmak gerekmektedir. Bugün dijital olarak kurduğumuz ilişkilerin hemen hiçbirinin tüzüğümüzde bağlayıcı ve ilerletmeye yönelik olan ifadeleri bulunmamaktadır. Bu ilişkileri daha da geliştirerek, kendilerine reel ilişkilere tanıdığımız konumu tanımamız sadece mevcut durumun bir gereği değil, geleceği yakalamanın da temel şartıdır.

    Yıkmak için de egemen sınıf olabilmek için de ağ ilişkileri

    İnternet yaşamımıza dijital olan ikinci bir dünyayı sokarken, aynı zamanda gerçek/reel dediğimiz dünyanın birçok ilişki biçimini de dijital ortama uygun biçimde yeni bir kullanımını da sunmaktadır. Kişiler ya da gruplar arası haberleşme, değişik türden yayın imkânları, dijital “eylem” vs. vs. yanında, gerçek dünyada sınırlı çerçevede ve yavaş işleyen bir uygulanma imkânı olan doğrudan demokrasi için de zaman ve mekân sınırlamasını ortadan kaldıracak şekilde küresel boyuta yayılabilecek bir imkân sunmaktadır. Esasında gerçek dünyada yapılmakta olan hemen her şeyin gittikçe daha fazla dijital ya da dijital ve gerçek olanın melez (hibrid) biçimleri ortaya çıkmaktadır.

    Artık dijital dünya gerçek hayatın kenarında duran, ona eklemlenen değil, bir iç içe varoluş konumunu çoktan kazanmış durumdadır. Dijital olarak ısmarlayacağınız bir kitap size isterseniz dijital isterseniz kâğıda basılı olarak gelebilmektedir. Ya da dijital olarak sipariş ettiğiniz pizza gerçek pizza olarak evinize sizin yemek istediğiniz saatte ulaşmaktadır. Aynıları, hayatın tüm alanlarında gittikçe kendiliğinden artan örneklerle ilişkilerimizin içine sokulmaktadır.

    Politika alanında da siyasi partiler artık kendi gerçek varoluşlarını bilinçli bir biçimde dijital olarak da kurmak zorundadırlar. Bu basitçe, her şey aynı yerinde dururken dijital olanın hayatımıza eklenmesi biçiminde cereyan etmez. Dijital olanın yeni bir hayat alanı olarak ortaya çıkışı reel olanın da dönüşümlere uğramasını zorunlu kılar. Birbirini bütünleyerek, ilerletici varoluş ancak bu şekilde mümkün olabilir. Her şeyin internet sayesinde zaman ve mekân sınırlarının ötesine taştığı dünyamızda politika da bundan sadece propaganda yapmak, yeni taraftarlar kazanmanın bir aracı olarak yararlanmanın çok ötesinde her türlü faaliyetinin diğer ya da melezleşmiş (gerçek-dijital iç içeliği) formlarını geliştirerek, bunlarla ilerletici, geliştirici bir ilişki içinde olabilmek için gerçek olarak var olanın da yeniyle uyumlu bir biçimde değiştirilmesini/dönüştürülmesini gerçekleştirerek yararlanmak zorundadır. Bunu hızla yapmayan ya da yapamayan, aynı teknolojik olarak düşük üretkenlikte üretim yapan bir işletme gibi, yüksek üretkenlikte üretim yapanlara diferansiyel rant ödemek, değer transferi yapmak zorunda kalacaktır.

    Gelenek çoğunlukla tutucudur. Onun doğası budur; yapıyı korumanın yolu da budur. Ama bu eskiyi sürdürmek demektir. Ve her eski kendini sürdürme içgüdüsüyle, ihtiyaçlar dayatıyor olsa bile yeninin ortaya çıkışına, kendisini yeniye uydurmaya direnir. Bu nedenle gelenek korunurken yeniyi en gelişkin biçimleri içinde ortaya koyabilmek mümkün olmaz. Biz şimdi böyle bir geçiş dönemini yaşamaktayız. Eski, yani 20 yüzyılda edindiğimiz deneyimler üzerine kurduğumuz ilişkiler sistemi, yeninin benimsenmesine yönelik ihtiyaçlar bize kendisini adım adım dayatıyor olmasına rağmen, yeniyi, geleneğin kendisini de dönüştürecek bir biçimde en zengin örnekleriyle yaşamaya izin vermiyor. Bir yandan geleneğin yapının varlığını sağlaması, diğer yandan da dönüşüm karşısında tutuculuğun taşıyıcısı/ifadesi olduğunun bilincinde olduğumuzda işimizin biraz daha kolay olacağını söyleyebiliriz.

    İnternetin hayatımıza böyle nüfuz etmesi ve bir ağ toplumunun oluşmasından bahsetmek, teknolojinin toplumu belirlediği anlamına gelmiyor. Bu dürbünün ters tarafından bakmaktır. İnsan ihtiyaçlarının günümüzde ulaştığı boyutun bir kısmı mevcut teknoloji ile karşılanmıştı. İnterneti ve ağ toplumunu yaratan, ilkel komünal klandan, ulusal ve oradan da küresel düzeye ulaşan insan ilişkilerinin ihtiyaç duyduğu küresel çaptaki iletişim ona uygun bir teknolojiyi yaratmış bulunuyor. Anca şurası da bir başka gerçektir: Ceviz kırmak için taşı etkin bir biçimde kullanan en ilkel atamız, bunun bir zaman sonra çatıştığı rakibinin kafasını kırmaya yaradığını da keşfetmiştir. Ya da belki de tersi: Rakibinin kafasını taşlar kırmış olan, bununla ceviz kırılabileceğini de düşünmüş olabilir. Yani herhangi bir ihtiyacın karşılanması için kullanılan aracın yeni ilişkilerin yaratılmasında da rol oynayacağını ve bu yeni ilişkilerin başka yeni ihtiyaçlar üretip yeni icatları tetikleyeceğini düşünebiliriz. Burada altı çizilmek istenen nokta, “interneti nasıl daha faydalı bir biçimde kullanabiliriz?” sorusuna yanıt vermekten ziyade, dünyanın bugün sahip olduğu ilişkilerin hangi ihtiyaçları bize dayattığı ve bu ihtiyaçları en etkin biçimde neyle ve nasıl karşılayabileceğimiz meselesidir.

    Zaman ve mekânın sınırlılıklarının aşılarak, işçi sınıfının egemen sınıf olarak örgütlenmesinin biricik koşulu olarak doğrudan demokrasinin gerçekleştirilebilmesi ve bu zeminde antikapitalist mücadeleyi yürütmek için gerçek dünyanın ilişkileriyle sınırlanıp kalmanın imkânsız olduğunu zaten dijital imkânları gittikçe yaygınlaşan bir biçimde kullanmak zorunda kalışımızla görmekteyiz. Ancak bundan da öteye dijital imkânları, zorlandıkça kullandığımız değil de, ikili bir karakter kazanmış olan dünyamızın bir gerçekliği, reel ve sanal dünyaların artık iç içe olduğu ve bunun işçi sınıfının, kapitalizmi yıkmak ve egemen sınıf olarak örgütlenerek komünizme ilerlemesinin gerçek bir imkânı olarak görülüp değerlendirilmesi gerekmektedir.

    Bu gerçekten bir ihtiyaç mıdır? Kendi siyasal yapılanmasını işçi sınıfının fiili egemenliğinin, egemen sınıf olarak örgütlenmesinin yerine ikame etme düşüncesinde olan “sosyalistler” için pek bir ihtiyaç değildir. Daha ziyade ikameci konumu korumak ve pekiştirmek için ek bir araç olarak “işe yarayacağı” düşünülebilir. Ama işçi sınıfının küresel çapta egemen sınıf olarak örgütlenmesine varan bir perspektif sahipleri için bu olmazsa olmaz bir ihtiyaç oluşturmaktadır. Zaman ve mekân sınırlamalarını aşabilmek ve işçi sınıfının yönetme yönetilme ilişkilerine her an müdahalesini gerçekleştirebilmek için gerçek ve dijital olan örgütlenmenin iç içeliği bugünün dünyasında artık olmazsa olmaz bir şart oluşturmaktadır. Dün aynı ihtiyaç dünyanın o zaman var olan ve bunların da herkes için eşit derecede geçerli olduğu koşullarında, gerçek dünyanın ilişkileri içinde çok büyük zorlukları içinde taşısa da bir yere kadar karşılanabildi. Ama bu zorluklar küresel çerçeve göz önünde tutulduğunda burjuvaziye o kadar büyük imkânlar sağlamaktaydı ki, kurulan bütün bir sosyalist sistemi yozlaşmaya sürüklemek, Termidor’a uğratabilmek mümkün oldu.

    Şimdi yeni bir dünyada yaşamaktayız ve burjuvazi kendi ihtiyaç duyduğu ilişkileri gerçekleştirebilmek için internet teknolojisini hayatına dahil etti; zaman ve mekân sınırlarını esas olarak ortadan kaldırdı. Bu ona müthiş bir üstünlük sağlamakta ve egemen sınıf konumunu sürdürülmesini mümkün kılmaktadır. Ama burjuvazi nasıl ki, kendisi var olabilmek için kendi mezar kazıcısı olan işçi sınıfını yaratmak zorunda kaldı ise, şimdi de internet teknolojisini, dijital dünyayı yaratarak işçi sınıfının dün büyük zorluklarla gerçekleştirdiği egemen sınıf olarak örgütlenmesi ve bunu küresel düzeye genişletebilmesinin önüne bu imkânı da koymuş oldu. Artık enternasyonalizm sadece bir dayanışma ilişkisi olmaktan çıkıyor ve günlük hayatımıza dahil olan bir mücadele ilişkisi boyutuna yükseliyor. Zaman ve mekân engellerinin küresel ve yerel ağlar sayesinde aşılmasıyla mücadelenin yerel ve küresel boyutları, günlük mücadelelerimizde bir araya geliyor.

    Eğer işçi sınıfı bu imkânı kullanmayı, bunu hayatının bir parçası haline getirmeyi beceremez ise burjuvazinin egemenliğini, “yeni bir çağ”ın onun doğrusal gelişmesinin sonucu olarak ortaya çıkmasına kadar sürdürmesine izin vermiş olur. Nasıl ki faşizm devrim yapamayan proletaryanın cezası olmuş ise, şimdi de bu “yeni çağın” ortaya çıkışı bir başka ceza olarak karşımıza dikilebilir. Bu çağın bir biçiminin “yeniden barbarlık” olabileceğine R. Luxemburg işaret etmişti. Onun bir varyantını faşizmler olarak yaşadı insanlık. Şimdi benzeri ihtimaller daha da yükselmiş durumda.

    Elbette bu demek değildir ki, bu araç bugün için burjuvazi ve proletarya için eşit derecede tarafsızdır; isteyen istediği gibi kullanabilir. Araçlar da kimler tarafından üretilmişse onların ideolojik politik damgalarını taşırlar. Burjuvazi hangi ihtiyacını karşılamak için bir teknoloji geliştiriyor ise onun üstüne muhakkak ki, kendi ideolojik damgasını da basmaktadır. Bir teknolojiden ve bu teknolojinin imkân sağladığı bir ağ toplumundan söz ediyoruz ama bütün bu ağların denetiminin de esas olarak egemen sınıfa ait olduğunu akıldan çıkarmamak ve karşı tedbirlerinin yaratılması çabalarının zaman geçirilmeden bulunup ortaya çıkarılması gerekir. Bugün enternasyonalist ilişki olarak kurumlaştırmaya çalıştığımız İlerici Enternasyonal’in başta gelen görevi bu mücadele birliğini küresel düzeyde gerçekleştirmeye çalışırken bunun teknolojik imkânlarının kurduğumuz ağın hizmetine sunulmasına da özel bir yer vermek olduğuna kuş yoktur.

    Nasıl ki, egemen sınıf gerçek hayatın her alanına öyle ya da böyle müdahale edebilmek için uygun araçlar yaratıyor, o hayatı da kendine göre şekillendirmeye uğraşıyor ve egemenliğini bu sayede pekiştiriyor ise aynı şeyi dijital dünyada da yapmakta ve onu egemenliğini sürdürmenin bir aracı olarak belirlemeye uğraşmaktadır. Ancak Burjuvazinin var olabilmek için işçi sınıfını yaratmak zorunda olması ya da yarattığı bütün silahların kendisine karşı kullanılabilmesinin imkânın olması gibi, bu aracın da (bu durumda “internet teknolojisinin”) kendisine karşı kullanılabilme imkânları mevcuttur. Bu araç olduğu biçimiyle proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenmesine elbette ki, hizmet etmez; eski sistemden devralınan her şey gibi bu amaca uygun olarak dönüştürülmesi, yeniden örgütlenmesi gerekir. Ama nasıl ki, burjuvaziyi iktidardan alaşağı etmek için şiddet kullanmanın zorunlu olduğu durumda “sosyalist bir ateşli silah” icat etmek gerekmemişse, aynı kapitalizmi yıkma amacı doğrultusunda kullanabilmek için de “internetin sosyalist olması” gerekmez.

    Yararlanılan kaynaklar:

    Balle, Franos- Eymery, Gerard, Yeni Medyalar, İletişim Yayınları 1991

    Baudrillard, J. (2015). Can Çekişen Küresel Güç. (O. Adanır, Çev.) Ankara: DoğuBatı Yayınları.

    Castells, Manuel (2013). Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

    Castells, Manuel, Ağ Toplumunun Yükselişi, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008

    Castells, Manuel, Kimliğin Gücü, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006

    Castells, Manuel, Bin Yılın Sonu, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006

    Castells, Manuel (2000). Materials for an Exploratory Theory of the Network Society, British Journal of Sociology. Vol. No. 51. 2000

    Castells, M. İnce, M.. Manuel Castells’le Söyleşiler, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006

    Chomsky, Noam, Medya Gerçeği; Necessary lllusions: Thought Control in Democratic Societies, Tüm zamanlar yayıncılık, 1998

    Chomsky, Noam, Medya Denetimi, Immediast Bildirgesi – Tüm zamanlar yayıncılık, 1995

    Dijk, Jan Van, The Network Society, Social Aspects of New Media, Sage Publications, 2006

    Dijk, Jan A. G. M. Van-Deursen, Alexander J. A. M. Van, Digital Skills, Unlocking the Information Society, Palgrave Macmillan, 2014

    Fuchs, Christian, (2014). Social Media a critical introduction, London: SAGE Publications.

    Fuchs, Christian Sosyal Medya: Eleştirel Bir Giriş, Nota Bene yayınları, 2014

    Giddens, A. (2008). Sosyoloji, Cemal Güzel (çev.). İstanbul: Kırmızı Yayınları.

    Hardt, M., & Negri, A. (2011a). Çokluk, (B. Yıldırım, Çev.) İstanbul: Ayrıntı yayınları.

    Hardt, M., & Negri, A. (2015). İmparatorluk. (A. Yılmaz, Çev.) İstanbul: Ayrıntı yayınları

    Geray, H. (2003). İletişim ve Teknoloji, Uluslararası Birikim Düzeninde Yeni Medya Politikaları, Ankara: Ütopya Yayınevi.

    Ellul, J. (2003). Teknoloji Toplumu, Musa Ceylan (çev.). İstanbul: Bakış Yayınları.

    Keane, John, Medya ve Demokrasi, Ayrıntı Yayınları 1999

    Le Bon, Gustave, The Crowd: a Study of the Popular Mind, Dover Publications 2001

    Le Bon, Gustave, Kitleler Psikolojisi, Hayat Yayınları, 1997

    Lenin, V. I., What Is To Be Done, Lenin Internet Archive

    Lenin, V. I., One Step Forward Two Steps Back (The Crisis in Our Party), Lenin Internet Archive

    Postman, Neil, Technopoly, The Surrender of Culture to Technology, Knopf Doubleday Publishing Group, 2011

    Zukerfeld, Mariano, Knowledge in the Age of Digital Capitalism: An Introduction to Cognitive Materialism, University of Westminster Press, 2017

    1 Volontarizm konusunda da Lenin’e yönelik, “maddi koşulları göz önünde bulundurmayan keyfilik” savunuculuğu çerçevesinde eleştiriler mevcuttur. Halbuki Lenin tarihsel materyalizmi benimsemiş bir komünist olarak analizlerine her zaman maddi koşulların nelere imkân sağladığıyla başlar ve yine Marksizm’in bir praksis felsefesi olarak tanımlayıcısı olan Marks’ın Feuerbach Üzerine Tezler’inin 11.’sini oluşturan “esas mesele dünyayı yorumlamak değil, onu değiştirmektir.” diyen tezi doğrultusunda, değişimi iradi müdahalenin eseri olarak görür. Bu yaklaşım antagonistik konumlarda duran kapitalist toplumdan komünist topluma geçişte, bütün bir “proletarya diktatörlüğü=sosyalizm” dönemi boyunca meselelerin can alıcı noktasını oluşturur. Bugün sosyalizmin dejenere olup kapitalizm karşısında kazandığı zaferleri kaybetmesinde en temel rolü oynamış olan tam tamına, 2. Enternasyonal “ustaları”nın Lenin’e yönelttikleri bu volontarizm eleştirisinin arkasında yatan, kaderciliğin bir başka ifadesi olarak materyalistler arasında yaygınlık kazanmış olan mutlak determinist anlayışın ifadesi olarak ekonomizm olmuştur.

    2 Aslında bu onun Bir yoldaşa Mektup başlıklı broşüründe anlattıklarını tekrarıdır.

    3 Amatörlük kavramı birçok durumda insana hoş gelebilecek çağrışımlara yol açsa da burada işin bu zevkli kısmıyla değil yaptığı işi ustaca yapmak yerine acemice ve bilgisizce yapıp, özellikle de yoğun baskı altında faaliyet gösteren gizli bir örgütte insanların canlarına bile mal olabilecek hataları ifade etmektedir. Ne yapmalı da Çarlık gizli polisi Oxrana’nın bu amatörlükten yararlanarak devrimcilere nasıl büyük zararlar verdiğinin örneklerini sıralar.

    Ağ toplumu
    Paylaş. Facebook Twitter Telegram WhatsApp Email
    Önceki YazıHolokost: Devlet destekli toplu katliam
    Sonraki Yazı Demirtaş: Sipariş anketlere bakmayın, çete feci şekilde kaybediyor

    İlgili Yazılar

    Ağ toplumu ve siyasal faaliyet II

    Yazılar 27 Ocak 2023

    Ağ toplumu ve siyasal faaliyet I

    Yazılar 25 Ocak 2023
    Destek Ol
    Yazılar

    Kötülük ve Cezasızlık

    - Siyasi Haber

    Emek ve Özgürlük İttifakı’nın Seçim Stratejisi: TİP ve HDP

    - Ahmet Saymadi

    ABD’nin 16. büyük bankası battı: Yeni bir 2008 krizi mi geliyor?

    - Mahir Sayın

    Vicdan, bilinç ve dayanışma

    - Mehmet Ali Ayan

    Yaşamak nefes alıp vermek değildir: DAD

    - Korkut Akın

    Antakya’ya mektup

    - Bora Selim Gül
    Tarihten

    Dreyfus olayı ve Emile Zola

    Yakın tarihin en büyük siyasi ve hukuki skandallarından biri olarak bilinen, 19. yüzyılın sonunda başlayan ve 20. yüzyılın başında devam…

    Seçtiklerimiz

    HDP ile HÜDAPAR kıyasının utanmazlığı

    - Kenan Kırkaya

    On binlerin yürüyüşü

    - Ertuğrul Kürkçü

    Yeter artık…

    - Mucella Yapici

    Türbülans

    - Seyfi Öngider

    Toplumun depreme dair notları

    - Can Şahin

    İstifa ve seçim

    - Ertuğrul Kürkçü

    Güncel Kalın

    Son felişmelerden haberdar olmak için E-Bültenimize üye olun

    Siyasi Haber, “tarafsız” değil “nesnel” olmayı esas alır. Siyasi Haber, işçi ve emekçiler, kadınlar, LGBTİ+’lar, gençler, doğa ve yaşam savunucuları, ezilen etnik ve inançsal topluluklardan yanadır.

    Devletten ve sermayeden bağımsızdır.

    Facebook Twitter YouTube
    Emek

    DİSK, seçim kararını açıkladı: 14 Mayıs’tan önce 1 Mayıs var

    17 Mart 2023

    Macron demokrasiyi yok saydı

    17 Mart 2023

    Mata Otomotiv işçileri 18 gündür grevde

    16 Mart 2023
    Kadın

    AKP’li Özlem Zengin: Hedef haline getirildim

    18 Mart 2023

    Direniş temsili olarak “Damızlık Kızın Öyküsü”

    17 Mart 2023

    Bilimle uğraşan kadınların yarısı cinsel tacize maruz kalıyor

    16 Mart 2023
    © 2023 Siyasi Haber. Designed by Fikir Meclisi.
    • Siyasi Haber / Künye
    • İletişim
    • Gizlilik Politikamız

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.