*”Mahir Sayın’ın “Ağ toplumu ve siyasal faaliyet” başlıklı makalesi ilk olarak Yaşayan Marksizm dergisinin 7. sayısında yayımlanmıştır. Siyasi Haber olarak “Ağ toplumu ve siyasal faaliyet” başlıklı makaleyi üç parça halinde yayımlıyoruz.
Otomasyon’dan otonomasyon’a
Bugün internete bağlı olmayan hiçbir işletme düşünülemeyeceği gibi, bu bağlanma biçimi bireyleri çoktan aşıp makinelere de ulaşmış, yapay zekanın gelişimine paralel olarak yavaş yavaş otomatik sözcüğünün yerini otonom sözcüğü almaya ve artık fabrikanın, kentin, tüm eşyanın akıllısından söz edilmeye başlanan bir dünyaya girmiş bulunuyoruz. Bir yirmi yıl öncesinde, reel ilişkiler ya da kitle toplumu dünyasında, düşünülemeyecek kadar çok zamanımız birbirimizle ve makinalarla bağlı olarak ve bilgi alışverişiyle geçmektedir. Her an, herkes, her şeyle, her yerde ilişki içinde olma durumuna gelmiş bulunuyor. Artık nasıl yolların, elektrik, su, telefon, alışveriş vs. vs. şebekelerinin olmadığı bir kent düşünülemez ise bugün internete bağlı olamadan hayatı sürdürmek de, elektrik şebekesine bağlı olmadan mum ışığında yaşamı sürdürmeye benzer bir niteliğe bürünmüştür. Elektronik iletişim ve bunun oluşturduğu değişik türden ağlar eskisinden farklı bir biçimdeki toplumsal varoluşumuzun bir altyapısı haline gelmiş bulunuyor. Nasıl ki, su ya da elektriğin kesilmesi durumunda hayat alt üst olursa, şimdi bir de ağın çökmesiyle hayatın altüst olacağı bir yapısal ilişkinin içine yerleşmiş bulunuyoruz; ve bu yerleşiklik de gittikçe bedenimizin ve toplumun bütün hücrelerini sarmaya devam ediyor.
Nasıl ki bir önceki yirmi yılın başında bugünkü dünyamızı zihinde canlandırmak ancak sofistike teorisyenlerin işi olabilecek ölçüde zor bir iş idiyse, bugün de bir yirmi yıl sonrası için aynısını yapmak daha da zor hale gelmiş bulunuyor; zira değişimin hızı gittikçe artıyor ve haliyle bunun yarattığı karmaşıklık da aynı katsayıyla büyüyor. Bu aslında yoğun bir bulutun içine bakmak değildir. Olabilecek olanların doğrultusunu bugün bize verebilecek olan ipuçları ortadadır ve dinamik bir analiz yöntemiyle biz gelişimin ana doğrultularını ve bu çerçevede toplumsal dönüşüm için nelerin yapılması gerektiğini, önceki devirlerde olduğu gibi kestirebiliriz. Buna en iyi örneği 30 yıl öncesinden ağ toplumunun gelişimi konusunda tespitler yapmış olan M. Castels, Jan van Dijk gibi sosyal bilimciler oluştururlar. Bundan çok zaman önce, daha 1978’de, henüz internetin genel kullanımına girmediği bir devirde James Martin, kitle (radyo-TV- gazete vb.) ve telekomünikasyon ağlarıyla birbirine bağlı bir toplumu belirten “Kablolu Toplum” terimini kullanarak elektronik ağların ve iletişimin toplum hayatında kazandığı yerin önemini ortaya koymuştu.
Bugün de örnekleriyle sergilenmeye başladığı gibi, yapay zekânın kullanılmasıyla maddi malların neredeyse tümünün ve gayri maddi malların (hizmet, bakım, bilgi vb.) bir kısmının üretiminin doğrudan insan işgücünden bağımsızlaşarak ulaştığı otomasyon durumundan özerkleşmeye, “otonomasyon” diye nitelenen bir duruma ilerlendiğini görmekteyiz. Bu insan ilişkilerinin de gittikçe farklılaştığı bir döneme doğru adım adım ilerlediğimiz anlamına gelmektedir. Bugün birçoklarının Covid-19 pandemisinin sınırlamaları yüzünden ortaya çıktığını sandığı ve bunun atlatılmasıyla ortadan kalkacağını düşündüğü, örneğin evden çalışma gibi yeni ilişkilerin başlaması esasında (genişlemesine neden olmuş olsa da) pandemiyle bağlı değildir. Bundan çok daha önce kimi gig ekonomisi örneklerinde olduğu gibi platform çalışanları hiç karşılaşmadıkları işverenlerine binlerce kilometre ötedeki evlerinden işgücü sunmaya başlamışlardı; Okula gitmenin riskli olduğu pandemi koşullarında ortaya çıkmış gibi görünen uzaktan eğitim birkaç on yıl önce çoktan hayata geçmişti. Yaşamın bu doğrultudaki gelişiminin haliyle yeni toplumsal ilişkilerin gelişiminin de zorlayıcısı olması hiç de şaşırtıcı değildir.
Maddi ve gayri maddi malların üretiminin otonomlaşmasıyla birlikte üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişki de gittikçe şiddetlenecek ve bu malların tüketicilerinin hiçbir emek içermeyen bu mallara hiçbir karşılık ödemeden sahip olma dürtüsünü geliştirip bunun için gereken yeni taleplerin ve bu taleplerin gerçekleştirilmesine yönelik örgütlenmelerin de ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu durum önümüzdeki birkaç on yılın sorunu olmasa da bugünden görülüp bu doğrultudaki talep ve örgütlenmelerin yükseltilmesi sadece yaşam düzeyinin daha insanca bir noktaya çekilmesi açısından değil, insanın içine sokulduğu yabancılaşma ilişkilerinden sıyrılıp kendini gerçekleştirmesinin yeni imkanlarının yaratılması ve bir parçası olduğunuz doğanın korunmasında da son derece önemli bir rol oynayacağı aşikardır.
Ağ toplumu ve yeni/multi medya
Yeni medyanın en önemli karakteristiği telekomünikasyon, veri iletimi ve kitle iletişimini tek bir ortamda/medium birleştirmesidir/integration. Bu nedenle multimedya olarak adlandırılıyor. Bu gelişim çizgisinin Web3.0 ile birlikte de yatay ağ karakteristiği daha gelişkinlik kazanırken gözetleme/denetleme imkânları da daha sınırlanabilecektir.
Ağ toplumunun oluşturucusu olan yeni medyalar, analog olan eskilerinden dijital kodlama, birleşme/bütünleşme/entegrasyon ve karşılıklı etkileşim/interactivity açılarından farklılaşırlar. Bu entegrasyon
“-Altyapı’da farklı iletişim bağlantılarının ve donanımlarının telefon ve bilgisayar haberleşmesi (veri iletimi) için birleştirilmesi;
-Tüketiciye ulaştırma alanında internet telefonu ve web TV’nin kablo ve uydu televizyon tarafından iletilmesi;
– Yönetim alanında telefon hattını bir kablolu yayın şirketinin kullanması ve kablolu televizyon hattını bir telefon şirketinin kullanması;
– Hizmetler alanında bilgi ve iletişim hizmetlerinin internetteki birleştirilmesi;
– Ses, veri, metin ve görüntü gibi veri türleri bir araya getirilmesi”
düzlemlerinin birinde gerçekleşir.

Aslında bu bütünleşmeler bunlarla da sınırlı kalmıyor. Web 3.0 ile birlikte, blok zinciri (blockchain) gibi ademi merkeziyetçi bir ağ ilişkisi planlanırken, bunun şimdikinden çok daha gelişkin uygulamalarla da entegre edilmesi düşünülmektedir.
İnternet sitelerinin pasif izleyicisi olunan Web 1.0’a karşılık Web 2.0 topluluklar tarafından da kullanılabilen ve muhtelif uygulamalarla entegre olmuş interaktif dinamik internet sayfalarını getirdi. Web 3.0 ile ademi merkeziliğin temeli olan blok zinciri, makine öğrenmesi kabiliyetine sahip yapay zekâ, 3 boyutluluk, sanal ve artırılmış gerçeklik özelliklerine sahip, birden fazla platform ve alet üzerinden birbiriyle bağlanabilen kullanıcılara izin veren özellikler kullanıma girecek. Web 3.0 ademi merkeziyetçi özelliği sayesinde iletilen dosyaların devlet tarafından engellenmesine izin vermiyor. Kullanılan insan dilini anlama kabiliyetinin genişliği ve makine öğrenmesini, bulanık mantığı ileri düzeyde kullanabilmesi nedeniyle nette yaptığımız aramalardan birçok başka işleme daha hassas yanıtlar almamıza imkân sağlayabilir. Video yayıncılığına şimdiki Youtube uygulamasından çok daha geniş özellikler kazandırırken, değişik cihazların, ev aletlerinin, fabrika ünitelerinin, akıllı evlerin vs. vs. birbirleriyle iletişimine imkân sağlayan özelliklere sahip.
Yeni ağın bütün özellikleri bunlardan ibaret değil. Ancak tartışma konumuzun detaya boğulmaması açısından ve Web 2.0 ile önümüze gelmiş olanları hak ettikleri ölçüde değerlendirememiş olmak dolayısıyla Web 3.0’ın daha incelikli özelliklerinden şimdilik bu yazıda imtina etmek gerekiyor.
Bu anlatılanlar, sosyal ağların özelliklerini şimdi kestiremeyeceğimiz kadar genişletip şimdi içerilmeyen birçok şeyi de içererek, internetin gerçek hayat içerisine daha fazla nüfuz edeceğini göstermektedir. Holografinin1 de buna entegre edilmesiyle birlikte dijital dünyanın reel dünyadaki yeri iyice tartışılmaz hale gelecektir. Hayatımızda böylesine bir yer tutan ve yerini gittikçe pekiştiren bu alanın gerçek dünyaya verdiğimiz önem ölçüsünde ele alınmasının bir zorunluluk olduğu aşikâr hale gelmektedir.
Radyo ve basılı gazete gibi medyalar tek yanlı ilişki kurmaya dayanırken, yeni medyalar ve ağlar ilişkiyi karşılıklı hale getirmiş ve gerçek hayatta olanın aynısını tekrarlama imkânı sunmuştur. Yeni medyalar ve onlar aracılığıyla oluşturulan ağlar sınırı belirsiz denilebilecek kadar geniş bir kitleyi bir araya getirirken her bir bireyin bu kitlenin her elemanıyla ilişki içine girebilmesini imkân dahiline sokup bunun zaman olarak çakışması zorunluluğunu da ortadan kaldırır. İletilenin ağda kayıtlı kalmaya devam etmesi sonucu, iletişimin karşı tarafını oluşturacak olan birey için ne zaman uygun olursa o anda bilginin iletilmesi imkânı mevcuttur. Ve iletişimin ışık hızıyla cereyan ediyor olması dolayısıyla bunun mekânsal olarak yakın ya da uzak olmayla da hiçbir alakası kalmamıştır; her yer ortak mekân konumuna gelmiştir.
Yeni ağların bir önemli karakteristiği de, önceki kitle toplumunda iş ya da ilgi alanlarına göre ancak coğrafyanın ve o anki iletişim imkânlarının izin verdiği ilişkileri gerçekleştirebilmek olanaklı iken yeni ağlar bu konudaki zaman ve mekân sınırları ortadan kaldırmanın sonucu olarak küresel düzeyde iş/ilgi alanlarına göre aynı yakın mekânda bulunan insanların yapabildikleri gibi bir araya gelme ve buna ait davranış biçimlerini geliştirme imkânını sunuyor olmaktadır.
A. Giddens bireyin ağlar içerisinde böyle iş/ilgi alanlarına göre konumlanması ve ortak ilgi alanlarına yönelen bireylerle etkileşime geçebilmesinin bireysel kimliğinin oluşmasında ve belirginleşmesinde etkili olduğunu tespit etmektedir. Bunun sosyolojik ve siyasal önemi ve anlamı da sınıf kimliğinin (kendisi için sınıf olma bilincinin) kurulmasında ve sınıf mücadelesinin yükseltilmesinde ortaya çıkar.
Böyle reel ilişkilerin ötesine taşan, fiziksel olarak birbiriyle hiç karşılaşmamış bireylerin ortak iş/ilgi alanları çerçevesinde oluşturdukları dijital toplulukların/cemaatlerin (virtual community) oluşmasının, yeni ilişki ve çelişkileri de tetikleyeceğini beklemek gerekir; bu, ulus’un ortaya çıkışıyla birlikte ya da ona paralel olarak iktisadi, kültürel, sosyal ve siyasal olarak yeni ilişkilerin tetiklemesine benzer. Elbette beklenecek olan bir şey yoktur; bunun olacağını bilerek şimdiden bunun çerçevesini iyi tanımlayıp gereken reel dünyada yaptıklarımıza benzer karşılıklarını oluşturmakta geç kalmamak gerekir. Bu konuda burjuvazinin işçi sınıfından çok önce adımlar atmaya başlamış olduğu gerçekliği bizi daha dinamik olmak zorunda bırakmaktadır. Dijital olanın “sanal” diye nitelenmesine aldanıp letarjik davranmak işçi sınıfının tarihen yüz yüze geldiği hazırlıksız duruma bir kez daha yakalanmak anlamına gelir.
Benedict Anderson, maddi temelleri olsa da ulusu esas olarak siyasetin, ideolojinin, özel olarak da milliyetçiliğin şekil verdiği bir sanal topluluk-cemaat/virtual community olarak tanımlamıştı; ama şimdi sosyal ağlar aracılığıyla ulusu da aşan ve kesen elektronik sosyal ağlar ulus gibi bir siyasal şekillenme (devlet biçimi) kazanmış olmasa da, dijital ya da sanal da olsa topluluk oluşturmaya imkân sunan bir ilişkilenme biçimi olarak ortaya çıkmış bulunuyor. Devletin mensubuna verilen ad olan “citizen”dan mülhem “netizen” tabiri ağ katılımcıları için kullanıma girmiş bulunuyor. Bugün anlamsız gibi görünen bu niteleme esasında geleceğin belki de en temel ilişki tanımlayıcısı olacak. Şimdiden ÇHC’den ve Hindistan’dan daha büyük sosyal ağ zarfları (Facebook üyesi: 2.5 milyar) ortaya çıkmış bulunuyor. Üstelik ulusun çoğunluğu birbirleriyle doğrudan alışverişte bulunamazken, bu kadar kalabalık bir ağın bütün mensupları sadece zaman ve mekân sınırlarını aşarak değil dil sınırlamasını da tercüme programları aracılığıyla aşarak birbirleriyle ilişki içine girebilme imkânına sahipler.2
Neil Postman Technopoly başlıklı kitabında, günümüzdeki yeni teknolojilerin hayatımıza yaptıkları ardı arkası gelmez müdahalelerin altını çizmek üzere “bilgisayar herkes tarafından kullanılmakta ya da herkes bilgisayar tarafından kullanılmaktadır.” demektedir ama, örneğinotomobil de öyle değil mi? Hızlı ulaşım ihtiyacına yanıt verebilmek için geliştirilen otomobil nihayetinde hayatımızın şekillenmesine de müdahale etmiş bulunuyor. Hayatı başka şeyler yanında bir kez de otomobile göre düzenlemek zorunluluğu ile yüz yüze geliyoruz. Yani otomobil bizim nasıl davranmamız, ne tür ilişkiler geliştirmemiz gerektiğini bize dayatıyor. Dolayısıyla teknolojiyi, ne belirleyici olarak, ne de sadece insanın ihtiyacına yanıt veren pasif bir eleman gibi ele almamak gerekiyor. Teknoloji üretimini tetikleyenin insanın kurduğu yeni ilişkilerin ürettiği ihtiyaçlar olduğu ama bir kere doğduktan sonra da bir geri besleme/feedback devresi gibi işlediğini akılda tutmak gerekiyor.
Altyapıyla üstyapı da böyle bir ilişki içerisinde değil midir? Mealen “Altyapı üstyapıyı belirler” der Marks, “ama bir kere ortaya çıktıktan sonra da üstyapı döner altyapının şekillenmesine müdahalede bulunur.” Günümüzde de buna benzer bir biçimde kapitalizmin küresel bir sistem haline gelişi reel dünyanın yanında dijital dünyayı ve onun içinde de ağ toplumunu yarattı. Şimdi ihtiyaçların ürünü olarak ortaya çıkan bu ilişkiler hayatımızın her alanına nüfuz ettikten sonra bizden, ilişkilerimizi buna göre yeniden düzenlememizi bekliyor. Bu ilişkiler geçici, geri döndürülebilir olmadığına göre kabul etmeyen hayat karşısında kaybetmeye mahkûm demektir. Çünkü burjuvazi sistemini ebedi kılabilmek için yüz yüze geldiği çelişkileri aşmanın imkânı olarak bu teknolojiyi ve ürünlerini çoktan kullanmaya başlamış ve sınıf hâkimiyetini geçen yüzyılın başında gerçekleşmiş olan sosyalist üstünlüğün üstesinden gelecek şekilde yaymayı başarmış bulunuyor.
1 Holografi, lazer ışınlarıyla üç boyutlu görüntü gerçekleştirme işlemidir. Bu sayede bugünkü sosyal medyalarda varolan iki boyutlu ekran görüntüleriyle bir araya gelme yerine, aynı mekânda üç boyutlu görüntü ile bulunabilme imkânını sağlar.
2 Nikaragua seçim sonuçlarını öğrenmek için rastgele bilgi kaynağı ararken tesadüf ettiğim bir kadın Mr. Yüzde Beş diye tanınan Gulbenkyan’ın yeğeni çıktı. Ne varlığından haberim vardı ne de Gulbenkyan ailesiyle ilgili bir araştırma yapıyordum. Ama ağ toplumu gerçeği birbirinin varlığından haberi olmayan ve binlerce km uzaklıkta yaşayanların aynı kentin bir mahallesinde yaşayanların birbirleriyle karşılaşmaları kadar yüksek bir tesadüf oranıyla bu kez coğrafyaya değil de ilgi alanlarına bağlı olarak buluşabiliyorlar. “Dünya gerçekten, herkesin herkesleri tanıdığı bir köy haline geldi!” diyenler abartmış olmuyorlar.