SEÇTİKLERİMİZ- Mustafa Peköz’ün Sendika.org’daki yazısı: “Rusya’nın izin vermesiyle TSK birliklerinin Radikal İslamcı Örgütlerle birlikte Afrin’e yönelik başlattıkları operasyonun askeri boyutu kadar politik arka planı da son derece önemlidir.”
Askeri operasyonla girmenin kolay, çıkmanın zor olduğu Afrin’de kalıcılaşmaya çalışmak, sınırlı sunulan uluslararası ve bölgesel desteğin bütünüyle kaybedilmesine, tersten karşı bir operasyonun devreye girmesine yol açacaktır
Afrin’e yönelik askeri operasyon koşulsuz ve süresiz midir? Bu süreç politik olarak nasıl okunmalıdır? Önümüzdeki süreç nereye doğru evirilecektir? Bu soruların yanıtı Suriye merkezli bölgesel ilişkilerin yönünü belirleyecektir.
Rusya’nın Afrin politikası neden değişti?
PYD ile sıkı askeri ve politik ilişkiler içerisinde olan hatta Moskova’da büro açtırarak bu örgütü “terörist” görmediğini açıklayan Rusya’nın Ankara’nın Afrin’e yönelik askeri operasyonuna izin vermesi birçok analizci bakımından sürpriz sayıldı. Rusya, bölgesel çatışmayı artıracak olan böylesi bir operasyona neden izin verdi?
Birincisi, Rusya ile Türkiye arasında savunma ve enerji alanında gelişen işbirliğidir. Putin’in, belki de en çok görüştüğü liderlerden biri Erdoğan’dır. S-400’leri pazarlayarak, Ankara üzerinde kurduğu hâkimiyetle askeri alanda kontrol sağlamak, Karadeniz enerji koridorunda kendi planını sorunsuz uygulamaya koymak, Türkiye’deki enerji ihalelerinin önemli bir kısmını almak gibi bir strateji izliyor.
İkincisi, Moskova, Suriye’deki politikasının daha hızlı ve başarılı bir şekilde yaşama geçirmek için Ankara’yı bir yan güç olarak sorunsuz kullanıyor. Halep operasyonundan olduğu gibi bugün de kesintisizce devam eden İdlip operasyonunda radikal İslamcı örgütlerin kontrol edilmesini ve birçok bölgeyi sorunsuz terk etmesini sağlayan Ankara’yı istediğini yapan yedek bir müttefik güç olarak yanı başında tutmaya devam ediyor.
Üçüncüsü, Astana görüşmelerinde görüldüğü üzere, Ankara, bütünüyle Moskova’nın Suriye politikasına angaje olmuş bulunuyor. Ankara da Suriye’de söz sahibi olmak için Moskova ile hareket etmek zorunda olduğunun farkındadır ve bu nedenle Rusya’nın Suriye stratejisini tercih etmese dahi dâhil oluyor. Rusya da Türkiye’nin bu zayıflığını sonuna kadar kullanıyor.
Dördüncüsü, bir zamanlar Şam Emevi Camii’nde namaz kılma hayali kuran Erdoğan’dan Şam ile yeniden diplomatik ilişkiler kuran, Suriye’nin toprak bütünlüğünü ön plana çıkartan, yarın yeniden “Kardeşim Esad” diyecek bir sürece doğru evirilen bir cumhurbaşkanı var. Bu değişimi sağlayan güç Moskova ve kişisel olarak da Putin’dir.
Beşincisi, Moskova, NATO arasındaki çelişkileri derinleştirmek için Türkiye üzerinde NATO içerisindeki çelişkileri derinleştirmek istiyor. NATO içi ilişkilerde önemli bir müttefik güç olarak gösterilen Ankara ile Brüksel arasında ortaya çıkacak sorunlar, Moskova’nın sadece Suriye’de değil Ukrayna başta olmak üzere doğu Avrupa, Kafkasya ve Avrasya stratejisi bakımından da kullanmak istiyor. Rusya bu nedenle Ankara ile ilişkileri oldukça sıkı tutarak AKP iktidarının Ortadoğu’da izlediği yanlış politikaları kullanmakta, bu zayıf halkayı kendi bölgesel çıkarları için kullanmaktadır.
Rusya Kürtleri denklemin dışında tutmak istiyor mu?
Afrin meselesinde ortaya çıkan fiili duruma rağmen Rusya’nın Kürtlerle olan ittifakı bozup bütünüyle tasfiyesine izin verdiği söylenemez. Moskova, bölgesel ilişkilere daha reel bakan bir güçtür. Bu nedenle Kürtlerin bölgesel tasfiyesinin mümkün olmadığını biliyor.
Kürtlerin politik statüsü sağlanmadan Suriye’de hiçbir şekilde istikrarın sağlanmayacağını bilen Rusya, Suriye’de Kürtlerin federatif bir güç olmasını kabul etmiş görünüyor. Hatta bu konuda Şam’a baskı yaptığı da bir gerçek. Rusya’nın ABD ve PYD ile anlaşamadığı temel nokta, olası federatif yapının sınırlarıdır. Çok açık söylemek gerekirse Rusya, bütünüyle Fırat nehrinin sınır olacağı, yani Fırat’ın doğusunu kapsayacak bir bölgede Kürtler merkezli bir federasyonun kurulmasından yanadır. Rakka gibi çok önemli bir bölgenin Demokratik Suriye Güçlerinin denetimine girmesini onaylamasının bir yönü zorunluluk diğer yönü ise belirlediği sınırlardır. Afrin ve hatta Münbiç, Fırat’ın batısı olarak kabul edilmektedir. Rusya, Münbiç, El Bab ve Afrin’in İdlip üzerinden Şam’ın kontrolüne dâhil edilmesini istiyor. Şam ve Kamışlı arasındaki bölgenin denetimini Fırat’ın doğusu ve batısı olarak ayrıştırmak istiyor. Peki, bununla ne yapmak istiyor? Öncelikli olarak ABD’nin Akdeniz’e yönelen koridorunun önünü bütünüyle kapatmak, ABD’yi ve diğer ülkeleri Şam yönetimiyle diplomatik ilişkiye zorlamak, bölgede kurduğu askeri üslerini bütünlüklü olarak güvenceye almak.
Afrin operasyonu öncesinde Moskova ile Ankara arasında yapılan görüşmelere paralel olarak YPG ile Moskova arasında görüşmelerin yapıldığı kamuoyuna yansıdı. Rusya’nın, Demokratik Suriye Güçleri’ne Afrin’in Şam yönetimine devredilmesi önerisini sunduğu, bunun kabulü halinde Ankara’nın herhangi bir operasyonuna izin verilmeyeceği taahhüdünde bulunduğu ortaya çıktı. Söz konusu önerinin kabul edilmemesi nedeniyle Rusya bir gün sonra Türkiye’nin askeri operasyonuna izin verdi. Böylelikle Moskova, Türkiye’nin Afrin’e yönelik başlatacağı operasyon ile Kürtleri yeni bir anlaşmaya zorlamaktadır. Rusya, Fırat’ın doğusu ve batısı biçimindeki projesini bütünüyle hayata geçiremese de en azından önemli oranda başarılı kılmak istiyor. Kobanê-Münbiç ile Afrin’in fiziki/coğrafik birliğini engellemek istiyor. Afrin’i özel özerk statülü bir yapı halinde Şam’a bağlı hale getirilmek isteniyor. Bu istem veya planlama başarılı olur mu? Bilinmez ama yapmak istediği budur.
ABD ne yapmak istiyor?
En tartışmalı konulardan biri ABD’nin tutumunun belirsizliğidir. Peki, ABD’nin tutumu gerçekten belirsiz midir? Bence bu süreçten en karlı çıkan güç ABD oldu. “Afrin bizim denetimimizde değil” açıklamasıyla çok yönlü bir mesaj verdi. Kürtlere, “Suriye gibi karmaşık bir bölgede birçok ittifak gücün olmaz. Hem ABD hem de Rusya ve İran ile ortak hareket edemezsin. Tercihini çok açık olarak yapmalısın. Ya Rusya ya ABD; ikisinden birini tercih et. Türkiye benim bulunduğum bölgelere saldıramaz. Afrin için Rusya ile ittifak yaptın. Sorumluluk Rusya’ya aittir” demiş oldu. Böylelikle Kürtler açık bir tercihe zorlandı. Aynı şekilde, Rusya’nın güvenilmez bir müttefik olduğunu tescil etti. Rusya’ya genelde sempatiyle bakan Kürt toplumunun tersten öfkesi arttı ve Moskova’yı fiilen bir düşman olarak görmeye başladı.
ABD, Türkiye’nin Afrin’e saldırmasına dolaylı mesaj verdi. Böylelikle Rusya’nın artan etkinliğini kırmaya yöneldi. Bunun en somut örneği Soçi’in işlevsizleştirilmesidir. Kürtlerin Soçi’ye katılmaması veya protesto etmesi, girişimin daha ilk günden ölmesi ve başarısız kalmasıdır. Rusya’nın Afrin operasyonuna izin vermesi nedeniyle Kürt politik temsilcilerinin Soçi’yi boykot edebileceklerine dair yaptıkları bir kısım açıklamalar, ABD tarafından daha fazla teşvik edilecektir. Kürtlerin böylesi bir kararı, politik süreci yönetmek ve yönlendirmek isteyen Moskova’ya açık bir darbe olacaktır. Çünkü Şam ile birlikte bölgenin en güçlü askeri ve politik yapısı olan Demokratik Suriye Güçleri (QSD) Soçi’de temsil edilmeden, Suriye’de barışın ve politik istikrarın sağlaması pek mümkün değildir. Rusya, ABD’nin bu hamlesini görüyor. Peki, Kürtleri yeniden masaya çekmek ve tekrar istikrarlı bir ilişki kurmak için ne gibi adımlar atacaktır? Dahası Kürtleri tekrardan kazanmak için Afrin’deki sorunu da aşan nasıl bir adım atacaktır? Bu önemlidir.
ABD’nin Suriye’de kalıcı olarak var olmak istediği kesin. Bu yönlü politikasında hiç değişiklik yok. Dayanacağı güçler ise Demokratik Suriye Güçleri’dir. Bunda da bir değişiklik olacağına dair herhangi bir veri bulunmuyor. Suriye’de kalıcı bir politika uygulamayan ABD’nin bölgesel stratejisi başarısız kalacaktır. Sadece Kürtleri korumak ve özerk bir statüye kavuşturmak için değil, İsrail, Suudi Arabistan, İran ve Lübnan merkezli askeri ve politik yönelimlerinin başarılı olması için Suriye’de kalıcı olması gerekir. Bunun için Kürtlerin bulunduğu bölgelerin denetim altına alınmasının çok ötesinde özel bir statüye kavuşturulması gerekir. Bu nedenle QSD’nin düzenli bir orduya dönüştürülmesi planı ve olası devletleşmenin altyapısının hazırlıkları kesintisizce devam ediyor. Bu nedenle Kürtlerden vazgeçip Türkiye ile bir ittifaka yönelmez. Çünkü bunun başarılı olmayacağını biliyor.
ABD, El Bab ve hatta İdlip üzerinden Akdeniz’e açılma stratejisinden vazgeçmiş değil. Bölgedeki güç dengesine ve politik denkleme göre bu hamleleri aşamalı olarak yaşama geçirmek isteyecektir. Afrin’de yeni bir istikrarsızlığın çıkması belki de orta vadede bölgeye doğrudan müdahale etmesi için nesnel bir zemin hazırlayacaktır. ABD uzun vadeli çıkarlarını gerçekleştirmek için kısa vadeli kaosları sever ve hatta teşvik eder.
Washington, Ankara’yı sakinleştirmeye çalışırken aynı zamanda Afrin’e yönelik operasyonun sınırlı olması gerektiğine yönelik mesajlar veriyor. ABD Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Jonathan Cohen başkanlığındaki heyet, Suriye’de devam eden operasyon ve adli işbirliği gibi konularda görüşmelerde bulunmak üzere Ankara’ya geldi. Türkiye’nin kaygıları için bir kısım vaatler sıralanacak. Ancak eş zamanlı olarak ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General Joseph Votel, QSD’nin kontrolünde bulunan Rakka’yı ziyaret etti. Rakka’da YPG komutanlarıyla Afrin meselesini görüştü ve olası gelişmelere yönelik atılacak adımların konuşulduğu belirtiliyor. ABD Komutanının Rakka ziyaretinin bir mesajı da Ankara’ya yöneliktir.
Müdahale eden Türkiye kazanır mı?
Türkiye’nin Afrin’e yönelik askeri operasyonunun nedeninin tehdit algısı olmadığı çok açıktır. Öyle olsa Münbiç’ten başlayıp Irak-Suriye sınırına kadar olan bölgeyi hedefler. ABD’nin denetiminde olan bu alanda ABD hakim güçtür ve QSD’ye ait 30 bin kişilik sınır gücü bu bölgede ordulaştırılacaktır. Bunu bilen Ankara ise tersine coğrafik olarak izole edilmiş olan ve Türkiye’ye yönelik hiçbir saldırısı olmayan Afrin’e operasyon yaptı. Peki neden?
Münbiç ve ötesi bölgelerde ABD ile doğrudan karşı karşıya gelmek istemedi. Bu bölgelerde QSD’nin askeri gücü oldukça fazladır ve olasılığı zayıf da olsa bir hava operasyonuna karşı ABD, hava sahasını doğrudan kontrol altına alarak YPG’yi yoğunluklu olarak destekleyecektir. Türkiye’nin bu bölgelerde askeri olarak çok ciddi kayıplar vermesi yüksek bir olasılıktır. Afrin ise bir bakıma kuşatılmış bir bölge, Rusya hava sahasını açtı, İslamcı örgütlerin ordu birlikleriyle birlikte hareket etmesinin olanakları var. Böylelikle zayıf bir halkaya saldırılmasının olanaklarının daha fazla olduğu düşünüldü. Ayrıca Kürtlerin Akdeniz’e açılma olanağına önemli bir darbe vurmak gelecekteki görüşmeler için önemliydi. Bir başka ifadeyle Rusya’nın Kürtleri Fırat’ın doğusunda tutma politikası Türkiye için de benimsendi.
Gerekli birkaç tespit
Birincisi, Rusya, Türkiye’ye süresiz ve koşulsuz bir operasyon izni vermedi. Fransa’nın önerisiyle toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin açıklamasındaki satırlar dikkatlice analiz edildiğinde operasyonun sınırlı ve kısıtlı olması gerektiği ortaya çıkıyor. Ayrıca Rusya medyasında yapılan analizlere göre operasyonun belli bir süreyi ve alanı kapsadığı açıktır. Bu sürenin yaklaşık 3 haftayı ve 15 km bir derinliği kapsadığı söyleniyor.
İkincisi, Kobanê gibi Afrin’in kuşatılması gündemde yok. Böylesi bir durumun gündeme gelmesi, tersten özellikle ABD’nin bölgeye askeri operasyon yapmasına nesnel zemin hazırlar ve Rusya’nın uygulamak istediği plan altüst olur. Ankara, böyle bir yönelime girmek isterse Rusya, hava sahasını kapatıp, kara operasyonunu engellemeye yönelik tersten adımlar atabilir.
Üçüncüsü, eğer ordu bazı bölgeleri denetim altına alabilirse bir süre sonra bu yerleri Şam’a devredecektir. Ankara’nın sıklıkla “Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız. Kimsenin toprağında gözümüz yok: Amacımız terör tehdidini bertaraf etmektir” biçimindeki açıklamaları Rusya ile yapılan anlaşmanın bir sonucudur.
Dördüncüsü, Ankara bu operasyon ile YPG’nin askeri gücünü kırmaya paralel olarak politik hareket alanını daraltmayı hedefliyor. Özellikle Şam ve Rusya ile masaya otururken askeri olarak nispeten darbe almış, Afrin gibi önemli bir bölgeyi kaybetmiş bir gücün pazarlık gücü zayıflar. Böylesi bir durum Türkiye’nin iç dinamiklerini etkiler.
Peki, şu anki durum nedir?
Altı günlük veri dikkate alındığında Türkiye’nin askeri operasyonda çok ciddi bir ilerleme kaydedemediği ortaya çıkıyor. Hava operasyonları için bütün olanaklar kullanılmasına, kara operasyonu için eldeki bütün askeri araçlar devreye sokulmasına rağmen, kayda değer bir ilerlemenin olmadığını, medyaya yansıyan haberlerde, yapılan analiz ve yorumlarda görmek mümkün.
Ankara’ya verilen süre sınırlıdır. TSK bütün olanakları ve askeri gücü kullanarak en kısa sürede sonuç almak istiyor ama istenilen hedeflerin çok gerisinde kaldığı açık. İktidar özellikle asker kayıplarının artmasından çekiniyor. Bunun iç politikada olumsuz yansımaları olacağını görüyor. Bu nedenle öncelikli olarak İslamcı militanların kara operasyonunda kullanılmaya özen gösteriliyor. Ancak onların da herhangi bir amaçları yok; isteyerek değil zorunluluktan savaş alanında bulunuyorlar ve ciddi bir direnme iradeleri bulunmuyor. Ayrıca ordu birlikleriyle İslamcı militanlar arasında sahada düzenli bir koordinasyon kurulamadığı anlaşılıyor. İslamcı militanların savaş sahasını terk etmesinin, Ankara’yı çok yönlü zorlayacağı açıktır.
Diğer önemli bir faktör ise öncelikli olarak operasyonun yapıldığı bölgede Türkiye’nin ve İslamcı örgülerin toplumsal dinamiği ve desteği yok. Girdikleri bölgede kalıcı bir güç olmalarını sağlayacak bir potansiyelleri bulunmuyor. Tersine askeri savaş kabiliyetinin beklenilenden yüksek olduğu görülen YPG’nin en önemli avantajı ise bölgenin yerleşik askeri ve toplumsal gücü olmasıdır. Kabul edilsin veya edilmesin halkın çok büyük bir kesiminin desteğini alıyor. Sosyo-politik olarak toplumsal dinamikleri güçlü olan hareketlerin tasfiye edilmesi oldukça zordur. Bu nedenle Türkiye tarafından başlatılan askeri operasyonun başarılı olması ve ciddi siyasal sonuçlarının ortaya çıkması oldukça zordur.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yapmış olduğu açıklama, Türkiye’ye sınırlı bir desteğin verileceğini gösteriyor. Bunun bir başka ifadesi Türkiye’nin bir süre sonra operasyonlara son vermesi ve çekilmesi olarak yorumlanabilir. Önümüzdeki birkaç hafta içinde Birleşmiş Milletler, Acil Yardım Operasyonu devreye sokmak için hazırlık yapıyor. Acil Yardım Operasyonu’nun anlamı şudur: Bölgedeki askeri operasyonlar duracak. Türkiye’nin yapılacak acil yardım için operasyonu durdurması gerekir. Peki, Ankara operasyonu durdurmadığı takdirde ne olacak? Sanırım tersten Birleşmiş Milletler, sivilleri korumak için askeri müdahaleyi girişebilir. Zayıf bir olasılık olan bu durumun gündeme gelmesi sürpriz de olmaz.
Kürtler bakımından süreç nasıl ilerliyor?
Türkiye’nin İslamcı örgütlerle birlikte yürüttüğü operasyona karşı belirgin bir direniş gösteren YPG, Rusya’nın kararı karşısında ciddi bir hayal kırıklığı yaşadıklarını çok açık olarak ifade etti. Türkiye’nin Afrin’e yönelik bir askeri operasyonunda hava sahasının açılacağı düşük bir olasılık olarak görülüyordu. Bütün bu olumsuzluğa rağmen hava operasyonlarının bütün yoğunluğuna ve hareket kabiliyetlerini olumsuz yönde etkilemesine rağmen savaşa hazırlıklı oldukları, saldırı karşısında ciddi bir savunma yaptıkları görülüyor.
PYD’nin bölgesel avantajları bulunuyor. Öncelikli olarak Esad yönetimiyle kesintisizce devam eden bir ilişkisi var. Rusya’nın Türkiye’nin askeri operasyonuna izin vermesinden yana olmayan Şam, açık tutulan Halep hattında Afrin’e askeri güç aktarımına destek veriyor.
PYD, Afrin sorununu Rusya ile değil Şam ile çözmeye yöneldi. Önümüzdeki kısa bir süre içinde, Türkiye’nin müdahalede bulunduğu sınır bölgelerinin Esad yönetimiyle birlikte korunması, hava üssünün Suriye ordu birliklerine bırakılması ve hatta Afrin’deki resmi kurumlarda Kürt ve Suriye bayraklarının birlikte bulunması ya da yönetimin ortaklaştırılması, El Bab bölgesine yönelik bir askeri operasyonun birlikte yapılması, buna paralel olarak hava sahasının uçuşa kapatılmasının sağlanması gibi bazı önemli ortak kararlar alınabilir. Böyle bir sürecin oluşmasıyla, Türkiye-İslamcı örgütler ile Suriye-YPG askeri güçlerinin karşı karşıya gelmesi olasılığı artacaktır. Böylesi bir durum özellikle Ankara için tahmin edilenin çok ötesinde ciddi sorunlara yol açabilir.
YPG’nin direnişi uzun bir süreye yayması Türkiye’nin hem uluslararası alandaki sınırlı kredisinin tükenmesini sağlayacak hem de Ankara’daki iktidarın etki gücünün kırılmasına zemin hazırlayacaktır. Türkiye’de büyük bir gürültüyle başlatılan askeri operasyon, sanıldığı gibi Ankara’nın askeri ve politik ihtiyacına yanıt vermeyecektir. Ciddiye alınabilir ve propaganda aracı olarak kullanabilecek bir kazanım elde edemeden bitecek olan savaş süreci, Türkiye’nin bölgesel denklem içindeki rolünü çok daha olumsuz bir noktaya çekecektir. Türkiye’nin hedeflediği planlamanın başarılı olmayacağı gibi amaçlarına ulaşmadan çıkması da fiilen bir yenilgi olarak kabul edilecek, içte bir politik güce dönüştürülmesi amaçlanan bu askeri operasyon tersten iktidara karşı bir hamleye dönüşecektir.
Sonuç
Askeri operasyonla girmenin kolay, çıkmanın zor olduğu Afrin’de kalıcılaşmaya çalışmak sınırlı sunulan uluslararası ve bölgesel desteğin bütünüyle kaybedilmesine, tersten karşı bir operasyonun devreye girmesine yol açacaktır.
Afrin operasyonuna karşı çıkanların susturulması için başlatılan operasyonlara paralel olarak medyanın psikolojik savaşı da bir noktadan sonra etkisiz kalacaktır.
Uluslararası kamuoyu desteği artmaya devam eden Afrin’deki gelişmeler çok yönlü sürprizler ortaya çıkartacaktır.
Savaş giderleri topluma ekonomik olarak fatura edilecek ancak kaybedecek olan iktidar olacaktır.