Mustafa Peköz yazdı: ABD için Türkiye ne ifade ediyor?
MUSTAFA PEKÖZ
ABD, NATO müttefiki olarak gördüğü Ankara’nın bütün ısrarlarına, dayatmalarına ve hatta askeri-politik şantajlarına rağmen, Rakka operasyonu için Demokratik Suriye Güçlerine ağır silahların verilmesine karar verdi. Erdoğan’ın ABD ziyaretinden önce bu kararın alınmış olması hiç şüphesiz ki çok ciddi bir mesaj içeriyor. Özellikle Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Cumhurbaşkanlığını temsilen İbrahim Kalın’dan oluşan üst düzey heyetin iki hafta önceden gidip Pentagon ve CIA ile doğrudan pazarlık yapmaları da meselenin ciddiyetini ortaya koyuyor.
Trump’ın Rakka operasyonu ve YPG ile ilişkiler konusunda acele etmeyeceği, Erdoğan ile yapacağı görüşmesinden sonra karar vereceği medyada sıklıkla dile getirildi. Böylelikle Türkiye’nin görüşü alınmadan ABD yönetiminin YPG için herhangi bir karar vermesinin söz konusu olmayacağı vurgulandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun yapmış olduğu açıklamaların Washington tarafından mutlak olarak dikkate alınacağı havası yaratıldı. ABD’nin arka arkaya almış olduğu kararlar ise tersine Ankara’nın ileri sürdüğü tezlerden ve uyarılardan hiçbirinin ciddiye alınmadığını ortaya koydu.
Erdoğan’ın sözlerinin hükmü yok
ABD yönetimi, Erdoğan’ın gelmesini beklemeden Suriye’de izleyeceği askeri politikasına ilişkin stratejik kararını verdi. YPG’ye silah sevkiyatına başlanmasının çok ötesinde söz konusu ağır silahların geçici olarak değil kalıcı olarak verileceği açıklandı. Silahların verilmesinin sadece IŞİD ile mücadele için değil, esasen DSG’nin Suriye’de askeri bir güç olarak üstleneceği yeni rollerle ilişkili olduğu çok net olarak ortaya çıkıyor.
SDG’nin silahlandırılması meselesi Erdoğan’ın Trump ile görüşerek sonuç alabileceği bir mesele olmaktan çıktı. Erdoğan’ın yapacağı açıklamalar, sunacağı dosyalar tamamen diplomatik bir formalitenin ötesine geçmeyecektir. Dış İlişkiler Konsey Başkanı ve eski bir diplomat olan Richard N. Haass tarafından yapılan açıklama da oldukça dikkat çekicidir: “Trump yönetiminin Suriyeli Kürtleri silahlandırmasını görmek güzel. Otoriter yönetimi ve Suriye’de faydasız rolü göz önüne alındığında Erdoğan’ın buraya ziyaretini iptal etmesi büyük bir kayıp olmaz.” Bu açıklama kişisel bir görüş olarak değerlendirilse de esasen ABD yönetiminin bakış açısını ortaya koyuyor. Aynı şekilde Pentagon’un eski danışmanlarından Micheal Rubin’in diplomatik teamülleri de aşarak “Erdoğan’ın Türkiye’den ayrılması şu aşamada riskli olabilir mi? Geri dönememe ihtimali olabilir mi?” sorusunu sorması, ABD Yönetiminin tehdit algısının bir başka biçimi olarak algılanabilir. Uluslararası ilişkilerdeki diplomatik dengeler bakımından böyle bir durumun söz konusu olması mümkün değil ancak Bilal Erdoğan’ın ABD ve AB ülkelerine gitmesi durumunda geri dönmeme ihtimali çok yüksek görünüyor.
ABD’nin bölgesel stratejisinde değişen nedir?
ABD’nin stratejik yönelimleri bakımından değişen temel noktalarından biri, devletleşmemiş güçlere ağır silahların verilmesinin onaylanmasıdır. Washington, gayri resmi olarak, devletleşmemiş birçok örgütü askeri olarak destekler. Bunu fiilen yasadışı bir biçimde CIA-Pentagon ilişkisi içerisinde gerçekleştirir. Çünkü ABD’de devletleşmemiş örgütlere askeri yardım, Kongre kararı ve Başkan’ın onayı ile resmi olarak yaşama geçirilir. Bu kararı ilk kez 1979 yılında Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgalinden sonra Taliban ve diğer örgütleri desteklemek ve eğitmek için uygulamaya koydu. Sovyetler Birliği’nin askeri olarak yenilmesinde silahlandırılmış İslamcı örgütlerin çok ciddi bir etkisi olduğu bilinir.
YPG merkezli Demokratik Suriye Güçlerine ağır silahların verilmesinin Kongre kararıyla Trump tarafından onaylanması da, ABD’nin bölgesel askeri stratejisindeki değişim bakımından son derece önemli bir adımdır. Bunun sıradan bir değişim olarak algılanması ciddi yanılgılara açabilir. Türkiye gibi bir devletin bütün itirazlarına rağmen, ‘devlet dışı bir gücün askeri olarak silahlandırılması’ bölgesel dengelerin değişmesine yol açabilecek önemli bir adımdır.
Şam’dan çok Ankara telaşlandı
ABD’nin YPG güçlerini kalıcı olacak bir şekilde ağır silahlarla donatması, Esad rejimini yıkmak, Şam’da DSG bayrağını dalgalandırmak için değildir. Böyle bir çabanın başarılı olma şansının oldukça zayıf olduğu, özellikle Rusya ve İran ilişkileri bakımından da böyle bir yönelime teşebbüs etmeyecekleri çok açıktır.
ABD Yönetimi’nin böylesi stratejik bir karar almasının nedeni ne olabilir? Meselenin özünde IŞİD ile mücadele mi var? Yoksa IŞİD, uygulanmaya konulan stratejinin sadece görünürdeki halkası mıdır? YPG’nin ağır silahlarla donatılmasının Şam’dan çok Ankara’nın telaşlanmasının asıl nedeni ABD’nin uygulamak istediği stratejinin bilinmesidir, sorunun esası budur.
ABD’nin ve hatta Rusya’nın da belirlediği stratejinin merkezinde Kürt merkezli politik ve askeri güçlerin olması, mevcut sınırların hızla değişmeye başlayacağını gösteriyor. Irak’ta fiilen devletleşen bir yapının varlığı, Rojava’da artık özerk bölgelerden federatif yapıya doğru giden bir sürecin yaşanmaya başlaması, iki devletin sınırlarının eskisi gibi olmayacağını gösteriyor. ABD’nin YPG güçlerini kalıcı bir şekilde ağır silahlarla donatma kararı almasının amacı, bölgede Kürt merkezli düzenli bir ordunun yaratılmasıdır. Özellikle Türkiye’nin çok defa istediği bir kısım silahların ABD Kongre tarafından engellenmesi, bunu karşılık aynı silahların YPG’ye verilme kararının onaylanması, Ankara-Kamışlı denkleminde tercihin Kürtlerden yana yapıldığını gösteriyor. Bunun geçici bir süreyi kapsamayacağı hatta tank ve top, karadan havaya fırlatılan füze savunma sistemleri dışında, önümüzdeki birkaç yıl içerisinde askeri hava araçlarının verilmesi sürpriz olmaz.
Jeopolitik konumda gerileme
Pentagon tarafından uygulamaya konular strateji dikkate alındığında, Türkiye’nin askeri ve politik rolü tahmin edilenden çok daha fazla gerilemeye başladı. Sovyetler Birliği’ne karşı önleyici savaş stratejisinin merkezi üssü olan Türkiye’nin Adana/İncirlik Üssü son derece önemli bir role sahipti. Sovyetler Birliği’nin dağılması, NATO’nun ‘yeni’ stratejik konseptinde belirli değişimlerin gündeme gelmesi, Türkiye’ye biçilen rollerde nispeten zayıfladı ve jeopolitik konumda belirli bir gerileme yaşandı. Rusya’ya karşı Polonya ve Romanya ön plana çıkartıldı. ABD merkezli NATO’nun Ortadoğu’daki konumlanma ise aşamalı olarak değişiyor. İncirlik üssü yerine Güney Kürdistan’da özellikle Süleymaniye bölgesinde yeni bir askeri üssün kurulması hazırlıklarına başlandığı biliniyor. Aynı şekilde Rojava’nın belirli bölgelerinde kalıcı üsler kurulması için hazırlıklar devam ediyor. Böylelikle Türkiye’nin NATO ülkelerine karşı bir şantaja dönüştürdüğü İncirlik hava üssü önümüzdeki birkaç yıl içerisinde önemli oranda işlevsizleşecektir. ABD’nin planladığı Güney Kürdistan-Rojava birleşmesi, dahası tek merkezli bir devletin kurulması planları Ortadoğu haritasının bütünüyle yeniden çizilmesi anlamına geliyor.
Haritaların değiştirilmesinde en çok etkilenecek olan Ankara’nın karşı karşıya kaldığı sorunları tahmin etmek zor değil. Bu bakımdan Pentagon’un uyguladığı bölgesel savaş stratejisinde YPG’nin aşamalı olarak düzenli orduya dönüştürülecek bir tarzda ağır silahlarla donatılması, yeni bir alternatif arayışıdır. Rojava sınır bölgelerini, ABD ile birlikte Rusya’nın da korumaya almış olması esasen YPG’nin korunması ve kollanmasından çok, çizilmeye başlanan haritada Kürtlerin konumunun netleştirilmesidir.
Sorunun doğrudan muhataplarından biri olan Ankara çaresizlik içerisinde gelişmeleri izliyor. Gelişmenin nereye doğru evirildiğini de görüyor. Sürece müdahil olmak, kendi planını uygulamak için bütün gücünü kullanıyor. Ankara’daki merkezi otoritenin hazırladığı ve Erdoğan tarafından Trump’a özetle sunacağı tezlerin özeti şu: “Suriye’nin bölünmesine, parçalanmasına karşıyız. YPG gibi örgütler, kaosu fırsata çevirmeye çalışıyor, buna izin vermeyiz. DEAŞ’a karşı mücadele, başka bir terör örgütüyle yürütülmemelidir, biz hazır bekliyoruz. Suriye ve Irak’ta her gelişme, Türkiye’nin doğrudan milli güvenlik meselesidir. Bizler müttefiklerimizin, terör örgütlerini değil bizi tercih etmelidirler.”
Kuveyt’i işgal eden Irak’a benzer
Ankara, Özerk veya Bağımsız ‘Kürdistan’ alanlarının oluşmasına ve Kürtlerin bölgesel ittifak gücü olarak değerlendirilmesine bütünüyle karşı çıkıyor. Kürtlerin içerisinde yer aldığı bütün stratejik ittifaklara ve oluşumların tasfiye edilmesi için devletin bütün olanaklarını da kullanıyor. Türkiye’nin engelleme çabalarının, ABD ve Rusya karşısında başarılı olma şansı bulunuyor mu? Bu soruya olumlu yanıt vermek oldukça zor görünüyor. Görüşmelerde Ankara’nın reaksiyoner heyecanını yatıştırmak için ABD’nin Türkiye vereceği tek bir söz olabilir; o da, Türk ordusu saldırmadığı sürece DSG’ye teslim edilen silahların Türkiye’ye karşı kullanılmayacağıdır.
İslamcı ve milliyetçi medyada birçok yazar, Rojava’nın işgal edilmesi gerektiğini dile getiriyorlar. Türkiye’nin bir çılgınlık yapıp, Rojava bölgelerine askeri bir operasyon yapma şansı var mı? Son derece zayıf olan böylesi bir yönelim karşısında özellikle ABD tarafından askeri olarak çok sert bir yanıt verilir ve sonra Diyarbakır’ın fiilen kopma süreci başlar. Türkiye’nin hali de Kuveyt’i işgal eden Irak’a benzer.
21. yüzyılın iki gücü Rusya ve ABD, Ortadoğu’daki stratejik-politik ilişkileri yeniden belirlerken Kürtlerin yer almadığı bir çözümün olmayacağını görüyor. Bu nedenle Kürtleri kapsayan politik çözümler çok daha fazla ve güncel bir sorun haline geldi. Ortadoğu’da Kürt sorunun çözümü kaçınılmazdır. Başka hiçbir alternatif bulunmuyor.
Yol ayrımında
ABD’nin Suriye merkezli Ortadoğu stratejisini anlamak istemeyen Ankara’nın içerisine düştüğü kriz, tahmin edilenden çok daha büyük sürprizlere yol açacaktır. Bölgesel gelişmelere uygun politikalar oluşturmayı beceremeyen iktidarın bütün çabası, Kürtlerin bölgesel bir güç olmasını engellemektir. Bütünüyle başarısız olacağı görülen politikada ısrar etmenin çok ötesinde, Türkiye’nin jeopolitik konumunun hızla işlevsizleşmeye başladığını ve artık belirsiz bir politik sürece sürüklendiklerini de görmek istemeyen bir iktidar var.
ABD’nin politik stratejisinde Kürtlerin ön plana çıkması, Türkiye’yi çok açık olarak yol ayrımına getirmiş bulunuyor. Kürtlerle savaş mı veya barış mı?
Çözüm için hangi yol ve metot izlenecektir. Irak ve Suriye’de bu sorunun çözümü bulundu. Sıra Türkiye’de. Çözümsüzlüğün temelini oluşturan ve dağılmasına yol açacak olan askeri işgal mi? Yoksa demokratik çözüm mü?
Ankara buna karar verecek.