Metal direnişi büyük bir enerjinin dışavurumu oldu. Dalgasal ve zincirleme direniş ve fiili eylemler sürüyor. Tofaş ve Renault ve bir dizi fabrika da direniş bitirken, yeni fabrikalar direnişe katılıyor. Eylemler ikinci haftasını doldurdu. Bursa’daki alev,” bozkırı tutuşturdu”. Direniş ve eylemler Ankara Gebze, Kocaeli, Sakarya ve Eskişehir’e yayıldı.
Metal işçileri korporatist, bürokratik, işbirlikçi, faşizan sendikal yapıya ve sendika ve MESS aracıyla oluşturulan cehennemi çalışma rejimine karşı ayağa kalktı.
Korkunç bir öfke patlamasıyla önce Bursa, ardından havza sarsıldı. Eylemler sınıfın birikmiş öfkesinin dışavurumu oldu.
Metal işçileri net bir tavırla Türk -Metal’den kitlesel bir şekilde istifa etmeye başladı. Yılların kuşatılmışlığına, sendika- sermaye- devlet işbirliğine karşı işçiler öfkeyle harekete geçti. 1998 ve 2012 Bosch pratiği bir provaydı. 2015 metal “baharı” korporatist, işbirlikçi ve bürokratik sendikadan kitlesel kopuşları beraberinde getirdi. 12 Eylül Faşizm’inin, sınıfın taşıyıcı/lokomatif sektörü olan metal işçilerini bölmek, parçalamak, bloke etmek için devreye soktuğu ve önünü açtığı Türk-Metal imparatorluğu,
2015 işçi “baharıyla” son derece ağır bir darbe aldı. Bu süreç hızlı bir çözülüş sürecinin önünü açtı.
Metal işçileri, sermayenin sınıf içindeki truva atı olan sendikaya karşı, sınıfsal öfkeyle hareket edip, net bir tavır gösterdi.
Bu gelişme Türkiye sendikal tarihinde önemli bir momenttir. Metal işçileri, tarihsel bir eylem gerçekleştiriyor. Ve kendiliğindenci öfkenin o muhteşem gücü ve yıkıcılığını gösteriyor.*Taban örgütlenmeleri şeklinde gelişen bu hareket, son derece önemli bir potansiyeli açığa çıkardı. Fiili, meşru ve taban inisiyatifine dayanan, hızla kitleselleşen ve bir kenti tutuşturmakla kalmayıp, işçi sınıfının mücadele tarihinde bir ilk olan geniş bir işçi havzasını mobilize eden hareket, olağanüstü birikimler yarattı.
En başta sendikal harekette bir kırılma yaşandı. Metal işçileri statükocu, bir nevi atipik işçi aristokrasisini korumakla mükellef, sınıfa yabancı, bürokratik bir kastta dönüşmüş. neo-korporatist ve sınıfın farklı katmanlarına ilişkin hiçbir politika geliştirmeyen sendikal yapılara karşı taban inisiyatifin önemini gösterdi.
Bir kaç istisna dışında (ayrıca onların nitelikleri de tartışılabilir) sendikalar bir çürümüşlüğü temsil ediyor. Hareketin taban örgütlenmeleri şeklinde gelişmesi, doğrudan eylemlere dayanması, fiili grevlerle yayılması, uzun soluklu bir direniş olması metal işçileri başta olmak üzere, işçi sınıfının geneli için büyük bir birikim oldu.
Hareket başka bir sendikacılığın ya da gerçek sendikacılığın yolunu gösterdi. Gerçek sendikacılığın taban inisiyatifine dayanması gerektiğinin altı çizildi ve taban sendikacılığın önemi ortaya konuldu.
Sendikal rekabete izin vermeyen metal işçileri, mevcut sendikalara karşı mesafeli bir tutum sergiledi.
İşbirlikçi bir sendika tarafından uzun yılların kuşatılmışlığı, bu yapının sınıfsal kimlik ve bilinçte yarattığı tahribat, muhafazakâr ideolojinin işçiler üzerindeki yıkıcı etkileri ve Birleşik Metal-İş’in geçmişten bügüne yeterli bir performans göstermemesi, pratiği ve politikalarıyla dün olduğu gibi (1998), bügünde metal dalgasını kavrayamaması ve öfke dalgasını kucaklayacak somut adımlar atmaması, metal işçilerinin mesafeli duruşlarının temel nedeni oldu. Metal işçilerinin arayışlarına yeterli cevap verilememesi, bir auronun yaratılamaması metal işçilerinin defansif davranmasına yol açtı. Öte yandan taban örgütlenmeleri bir anlamda fiili sendikal müdahale anlamına geldi.
İşçiler arasında sendikalara bakış ve ilişkilenmede farklı eğilimler bulunuyor.
Grup toplu sözleşmesinin 2017’de bitmesi, işçilerin bügün açısından sendika değiştirmeyi gündeme
almamalarına neden oldu. Türk Metal’den kitlesel istifalar hareketin temel yönelimi olarak dikkat çekti. Son derece önemli olan bu tavır, sınıfsal öfkenin somut biçim alışını gösterdi.
İşçilerin bir kısmı sendikalara uzak değil ama temkinli ve eleştirel yaklaşımlarını sürdürüyor. Taban örgütlenmelerinin birikimleri yol gösterici bir işlev görüyor.
İşçilerin ağırlıktaki eğilimi ise sendikalara mesafeli ve son derece reaksiyonel bir tavırları var. Bu işçiler,
sendikasız toplu sözleşme yapmak istiyor.Toyota ve Honda’dakine benzer tarzda çalışma yaşamı tahayyülleri var. Toyoto ve Honda ‘da, sendika yok. Bu işyerlerinde çalışanlarda, sendikal örgütlenmeye masafeli yaklaşıyor. İşverenin belirlediği hatta atadığı temsilciler aracılıyla yönetimle ilişkiler yürütülüyor. İnsan kaynakları çerçevesinde şikayet ve talepler alınıyor. Sektördeki diğer işyerlerine oranda ücretlerin nispeten yüksek olduğu Toyoto ve Honda’da, ücretler kıdem, performans, prim sistemine göre belirleniyor. Endüstriyel demokrasi adına bir sendikasızlaştırma taktiği olan “Honda- Toyota modeli”, metal işçilerinin sarı sendikaya duydukları nefretten ve sendikalara karşı aşırı güvensizlikten dolayı işçilerin dikkatini çekiyor.
MEES uzun yıllar bir truva atıyla işçileri kontrol etti. İşçiler, cehennemi çalışma koşulları altıda yoğun şekilde sömürüldü. Sektördeki kar oranı olağanüstü noktalara ulaştı. Şimdi MESS, finans kapitalin en militan örgütü olarak bu konjonktürde (işçilerin sendikalara duyduğu güvensizlik ve reaksiyondan yararlanarak ve hatta işçileri – kendi aralarındaki rekabet ve çelişkileri de kullanıp – manipüle ederek) stratejik bir sendikasızlaştırma taktiği geliştirebilir.
Metal işçileri direniş ve fiili grevleriyle aşsağıdan bir örgütlenmenin ve taban insiyatifinin önemini ortaya koydu. Fiili, meşru, radikal ve kitlesel mücadelenin önemini oratik olarak gösterdi. Aynı zamanda 12 Eylül faşizminin sendikal mücadeleyi boğan, işçiyi amorfe eden ve bürokratik bir çarkın içine sokan işkolu esaslı, primidal örgütlenme modelini ve bürokratik, korporatist ve klerikal yapısını tarumar etti. Bu modelin en ekstrem ve en konsantre örneğini iki haftalık bir volkan patlamasıyla alt üst etti.
Taban örgütlenmelerini esas alan, sınıfın kolektif inisiyatiyle hareket eden, doğrudan eylemle varoluşunu inşa eden, doğrudan demokrasiyle sınıfın yıkıcı gücünü acığa çıkaran bir taban sendikacılığı döneminin kapılarını araladı.
Artık bir dönem kapanıyor. Sendikal harekette bir kırılma yaşandı. Artık gerçek/taban sendikacılığı, sınıf sendikacılığı sınıfın yönelimlerine cevap verebilir.
Metal işçileri, sendikaları işçilerin kalelerine dönüştürme yöntemini gösterdi. Metal işçileri, sınıf kardeşlerine bir anlamda (muazzam eylemleriyle) bu sendikaları “yıkın, yeniden yapın ” dedi.
Metal işçileri doğrudan eylem, taban örgütlenmeleri ve taban inisiyatifle neler yapılabileceğini ortaya koydu. Bu yol gerçek/ taban sendikacılığı(nı) yaratmanın yoludur.
Metal işçileri finans kapitalin manipülasyonlarına, sendikasızlaştırma taktiklerine karşı duyarlı olmalı, her şartta taban örgütlenmelerini korumalı ve güçlendirmelidir.
Artık sendikal mücadelede yeni bir döneme girdi. Metal işçileri buz kırıcı işlevi gördü ve yolu açtı. Bürokratik, korporatist, klerikal sendikal kuşatmaya karşı taban harekete geçti. Hemde yıkıcı, sarsıcı ve alt üst edici bir şekilde.
* Metal direnişine ilişkin, kendiliğindencilik vurgusu genel olarak doğru bir ifade olsa da, sınıf örgütsüz değildi. Taban örgütlenmelerin kurulması, stratejik işyerlerine yayılması, bir üst örgütlenme biçiminin doğması ve fiili grevin örgütlenmesi, fiili grevin bir senkrona dönüşmesi metal işçilerinin ciddi örgütlenme adımları attığını gösterir.
Solun özellikle sınıf eksenli çalışmalardan uzak bazı kesimlerinin, sınıf hareketlerini analiz ederken sık
olarak kullandığı kendiliğindenci tanımlamasında bir mana bulanıklığı ve sınıf dinamiklerini küçümseme eğilimi olduğunu düşünüyorum. Bu vurgu da kendini sınıfın dışında bir yere koyan, ikameci bir anlayış, hatta sınıfı çok tanımamaktan kaynaklanan problemli bir yaklaşım var.
Evet metal direnişi ve fiili grevler kendiliğindenci bir karakterde gelişti. Ama bu tanım (zaten tanımın içireğinde de saklı olan) taşıdığı yıkıcı enerjiyi görmeme, sınıfın otonomisinin yaratıcı zenginliğini hissetmeme anlamına gelmemelidir.
Sınıflar mücadelesinin tarihi, yıkıcı kendiliğindenci eylemlerle doludur.
Sorun bu öfke hareketinin parçası olmak ve öfkeye dönüşmektir. Sınıfla devrimci komünist hareketin ontolojik bir bağ ve ilişki kurmasıdır. Devrimci komünist hareket işçi sınıfının organik parçası olduğu oranda ve onun içinden yaptığı müdahalelerle kendiliğindenci hareketin zaafiyetlerini ve olası savrulmalarını aşabilir.
Lenin’de kendiliğindencilik vurgusu, devrimci- komünist hareketin bir anlamda sınıfa stratejik yönelimine ve sınıfla kurduğu stratejik ilişkiye yönelik bir vurgudur.Yani, partinin yıkıcı enerjinin parçası olması ya da parçasına dönüşmesidir. Ve yıkıcı enerjiyi kristalize etmesidir. Bu parti sınıf ilişkisindeki zarureti işaretler. Yoksa tek başına kendiliğindecilik tanımı ve olası zaafiyetleri göstermenin bir manası yoktur. Hatta bu tavır sınıftan kaçısı rasyonalize etme anlamına da gelebilir.