Ertuğrul Kürkçü ile Yılmaz Yücel’in yaptığı, Siyaset Dergisi’nin 5. (Mayıs-Haziran 2018) sayısında yayımlanan röportaj: “HDP’nin ‘özerk demokratik yerel yönetimler üzerinde yükselen demokratik cumhuriyet’ hedefi biricik değişim programı olarak 24 Haziran sonrası Türkiye siyasi gündeminin kuruluşunda asli bir rol oynayacak.”
Röportaj: Yılmaz Yücel
HDK Kurucusu ve eski Eş Sözcüsü, HDP kurucusu ve eski Eş Başkanı, İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü ile yapılan ve Siyaset’in 5. Sayısında yayımlanan röportajı sunuyoruz.
Baskın seçim, görünürde Devlet Bahçeli’nin teklifi ile gündeme geldi ve AKP cephesi teklifi değerlendirerek Türkiye’yi bir seçime götürme kararı aldı. Erdoğan, Seçim kararının alınmasında hükümet cephesi ne hesapladı, bu kararın alınmasında hangi faktörler ve hangi kuvvetler etkili olmuş görünüyor?
Asıl etken ekonominin büyük bir hızla çöküntüye gitmekte oluşuna dair kaygıların yanı sıra MHP’nin önlenemeyen eriyişiydi. İşin doğrusu, bir erken seçim olasılığının gündeme gelmekte olduğu, 2018 bütçesi tartışmaları sırasında belli olmuştu. Ekonomideki kırılganlığın tehlikeli bir noktaya doğru seyrettiğini gösteren işaretler belirginleşiyordu: Geçtiğimiz yılın “hormonlu” büyüme oranlarının gerçek sorunları telafi etmeye yetmeyeceği, uluslararası kredi notunun sürekli düşüşünden, döviz girişlerinin ve uluslararası sermaye akışının kurumaya yüz tutuşundan, cari açıktaki büyümeden, bütün bunların enflasyonu kırbaçlamaya devam etmesinden ve halkı doğrudan ilgilendiren sonuçlarıyla işsizlik ve pahalılığın başını alıp gitmesinden öngörülebilirdi. Afrin istilası ve Kürdistan’da savaşın yaygınlaşmasının yol açtığı askeri harcamalar ile Atlantik ittifakının çatırdaması ve içeride işleyen bir hukuk düzeninin kısa vadede ihya edilemeyeceğinin anlaşılmasının yol açtığı kaygılar uluslararası yatırımcıları caydırdı; bu da tuz biber oldu. Bu koşullar altında Saray’ın işler daha da kötüleşmeden alacağı önlemlerle 2018’in ilk yarısında bir nebze ferahlama yaratıp, sonbaharda seçime gideceğine dair yaygın bir öngörü vardı. Ancak bu zamanlama İYİ Parti karşısında sürekli kan kaybeden MHP’nin “beka” kaygılarını gidermekten uzaktı. Bahçeli MHP’nin “beka” kaygısını “Cumhur İittifakı”nın “beka” sorunu olarak Erdoğan’a ciro etti. Ağustosta seçim önerisini medya üzerinden ve önceden haber vermeksizin yaparken Erdoğan’ın manevra alanını daraltmayı, onu hiç değilse Eylül’e fit etmeyi amaçlıyordu. Erdoğan resti gördü, çok önceden başladıkları erken seçim hazırlıklarını altı ay öne çekerek Bahçeli’yi sahne gerisine itelerken kaçınılmaz hale gelen “erken seçimleri” de muhalefete yönelik bir baskına dönüştürdü. Özetle, “baskın seçimler”in gündeme gelişi, getirilişi, bir “tiyatro” olmaktan çok, bir iç mücadeleyi, Saray’ın kırılgan bir ekonomi üzerinde iktidarını sürdürmeye çabalarıyla sırtındaki yamalı bohçayı patlatmadan taşıma mecburiyetlerinin bileşkesini yansıtıyordu.
Seçimlerde açık ittifak yapmanın yolunun açılmasıyla Türkiye siyasetinde yeni bir dizilişe neden oldu. “Cumhur ittifakı” (AKP-MHP-BBP) ile birlikte sıfır baraj söyleminden hareketle oluşturulan Millet İttifakı (CHP-SP- İYİP- DP) ve iki ittifak dışında duran HDP… Bu ittifak tablosunun “devletin restorasyonu” iddiaları açısından nasıl bir karşılığı var?
Bu üç kutuplu tablo esasen Türkiye’nin yüz yıllık gerilimleri ve fay hatlarını daha da görünür hale getiriyor. AKP’nin başını çektiği ve hakim bileşeni olduğu, siyasal islamcı, ırkçı ve faşist güçleri bir araya getiren “Cumhur İttifakı” Türk-İslam sentezciliğinin Yeni-Osmanlıcılıkla harmanlandığı bir bulamaç üzerinde yükseliyor. İç gerilimlerine rağmen meşruiyetini Osmanlı devlet zihniyetinin ve Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı öncesi hakim olduğu topraklar üzerindeki iddialarının restorasyonuna dayandırdığı bir gelecek tasavvuru etrafında tahkim etme peşinde koşuyor. “Millet İttifakı”nın gelecek tasavvuru ise AKP’nin tahrip ettiği parlamenter siyasi düzenin “Cumhuriyet Değerleri” -yani Türk ulusçuluğu- temelinde restorasyonuna dayanıyor; ister istemez AKP ve MHP karşısında -Saadet Partisi’nin rezervleriyle birlikte- din ve devlet ayrımının, kuvvetler ayrılığının, parlamentonun üstünlüğünün, yargı bağımsızlığının ve medya özgürlüğünün egemen olduğu, uluslararası ilişkilerin “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesiyle yürütüleceği bir siyasal çerçeveye yaslanıyor. İkinci ittifakın restorasyon iddiası, HDP için daha geniş bir politik mücadele ufku tanımlasa da sonuçta “restorasyon”dur, “Anayasanın ilk dört maddesinin değişmezliği” duvarında son buluyor. Bu, açıdan “Millet İttifakı” her ne kadar “0 baraj” diye başlamış ve kendisini öyle kurgulamış olsa da, baraj tehdidi altında en çok tutulan partiyi, yani HDP’yi içermeme kararlılığı bu iddiayı çeliyor. “Millet İttifakı” ona hakim rengini veren CHP ve İyi Parti ortaklığı bağlamında sadece “teknik”, baraj aşmayı hedefleyen bir ittifak değil, açık bir siyasi ittifak. İttifakın öncü gücü CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin “Solun birlikteliği artık bir işe yaramaz. Daha büyük bir şemsiye lazım. O şemsiye Cumhuriyet (…) Cumhurbaşkanı olduğumda reform sözü vermiyorum. Siyasal uzlaşma sözü veriyorum. Uzlaşacağız, eğitimde uzlaşacağız, dayatma olmayacak. Bunun için de muhafazakarlar, milliyetçiler, Kürtler, Aleviler, hepimiz, solcular hepimiz uzlaşacağız.” ifadesi, HDP’nin neden her iki ittifakın ötesinde üçüncü bir kutup oluşturmakla ve kendi bağımsız hattını ortaya koymakla yükümlü olduğuna dair daha fazla söze gerek bırakmıyor.
Elbette bu seçimde bütün öteki güçler, AKP ve onun ittifaklar sistemi karşısında aynı hat üzerinde dizilecekler ve mücadelenin asıl doğrultusu AKP ve Erdoğan’ın iktidardan indirilmesi olacak, bu nesnel güç dizilişinin mantığında var. Ancak her iki “restorasyon” hedefi de Türkiye’nin 2018 koşullarında yeniden kuruluşunu değil, Cumhuriyet öncesine veya AKP öncesine iadesini öngördüğü için HDP’nin “özerk demokratik yerel yönetimler üzerinde yükselen demokratik cumhuriyet” hedefi 24 Haziran sonrası Türkiye siyasi gündeminin kuruluşunda asli bir rol oynayacak biricik değişim programı olarak parlıyor.
CHP, ittifakını sağda kurarken, milletvekili listeleri ile de aynı eleştirilere maruz kaldı. CHP bu rotasıyla hangi limana doğru yol alıyor?
Muharrem İnce’nin ve CHP’nin bir seçim taktiği olarak anlaşılabilir olan “Herkesi AKP karşısında bir hat üzerine dizme” taktiğini bir gelecek toplum hedefi diye sunan, bir restorasyon perspektifini “ideal toplum” olarak tasavvur eden statükocu yaklaşım milletvekili listelerine yerleştirdiği rol modellerin özelliklerini de belirliyor, bu kaçınılmaz. Oysa CHP’ye oy verenler, vermeyi düşünenler, özellikle büyük kentlerin Gezi sonrası iklimde siyasete gözünü açmış kadınları, gençleri, Alevileri, Kürt Alevileri, emekçileri, aydınları için CHP’nin bu tercihleri ve çizdiği bu çerçeve artık onların beklenti ve taleplerinin içine sığamayacakları kadar dar, homojen, tekçi, erkek egemen ve seçkinci… Gerçi CHP’nin çizdiği bu çerçeve paradoksal olarak 24 Haziran’da bu kesimlerin HDP’ye parlamento seçimlerinde gönül rahatlığı ve gönül rızasıyla oy vermelerini sağlayarak sonuçta üçüncü kutbun görünürlük kazanmasına da neden olacak ama CHP’yi de bir gerilimin içine sokacağı muhakkak. Doğrusu CHP’nin sonunda nereye gideceği sadece CHP tarafından belirlenmeyecek, bu seçimde oylarını CHP’den HDP’ye aktaracak olanların seçimden sonra HDP’nin kimi özelliklerini CHP’de de görmek istemeyecekleri o kadar kesinlikle söylenemez. Nihayet, HDP’nin CHP’ye yönelik politikaları da pekâlâ CHP’nin dönüşmesine katkıda bulunabilir. Elbette bu süreç HDP’nin de Kürt özgürlük mücadelesinin de sosyalist hareketin de bir dizi dönüşümden geçmesine imkân verecektir. Sonuçta, değişim arzusu ve ihtiyacı varolan politik güçlerin yapısında ve bileşiminde de eş zamanlı değişimlere zemin hazırlayabilir. Bu süreci sadece olumsuz bir gidiş olarak görmemek gerekir. Ben Muharrem İnce’nin bile bu süreçten olumlu anlamda, girdiğinden çok daha farklı olarak çıkabileceğini beklemenin aşırı bir iyimserlik olmayacağını söyleyebilirim..
HDP’nin aday listesi bugüne kadar HDP ile açık ittifak yapmayan yapıların temsilcilerini de kapsadı. HDP’nin parlamentoya göndermek istediği yeni bileşimin solda yeniden dizilişe ve kuruluşa tanıdığı bir olanak var mıdır?
Elbette var. HDP’nin ifade ettiği dinamiklerle temasa gelip, birlikte mesai sarf edip değişmemiş hiç bir güç ya da şahsiyet bilmiyorum. HDP solun, sosyalist güçlerin iletişim kurmayı hedeflediği bütün toplumsal kesimlerle organik bağlara sahip, çok geniş bir mazlumlar, mağdurlar, emekçiler ve ezilenler kitlesinin içinden çıkıp geliyor. HDP bu kitlelerin en radikal, en kararlı, en aydınlanmış, politik olarak en iyi eğitilmiş kesimlerini siyasal olarak seferber eden bir politik parti ve hareket. Evet, HDP’nin ağırlık merkezinde Kürtlerin özgürlük mücadelesinin müktesebatı ve kadroları var ama unutmayalım, 1968’in, 1971’in Türkiye devrimci mücadelesinin bütün mirası da bu müktesebata dahil. Türkiye solu 2013’ten bu yana HDP ile çok sıkı bir mesai içinde ve HDP’nin ve HDK’nin parlamentoda ve parlamento dışındaki mücadeleleriyle, demokratik kitle örgütleri, sendikalar, yurttaş inisiyatifleri, kadın hareketi ile birlikte ve başka pek çok alanda yan yana pek çok mücadele verildi. Şimdi HDP’nin, yapısı içinde yer alan bileşenler kadar yer almayanlar için de bu deneyimin, ima ettiği imkânlar, mücadele zeminleri, yeniden karılma fırsatları bakımından ciddi bir değerlendirmeye tabi tutulması hem gerekli hem mümkün. Seçimler çok geniş bir alanda kitlelerle alış verişe imkân verdiği için 24 Haziran seçimleri zemininde kurulacak ortaklık ve ittifaklar kadar, parlamento dışındaki dayanışma ve mücadele zeminleri de önemli. Ben 24 Haziran sonrası bu konunun ortak gündemimize bir kez daha ciddi bir biçimde geleceğini düşünüyorum.
Solun bir kesimi Erdoğan ve AKP için “seçimle gitmez” yargısını taşıyor. Bir taraftan da Erdoğan kaybedebileceği bir seçim kararı aldı. Toplumun yaygın kanaati önce sandıklara müdahale edileceği ve seçimlere hile karıştırılacağı yönünde…. Tüm bunlara karşın başkanlığı ve parlamento çoğunluğu kaybedebilirler. Böylesi bir durumda seçim gecesi ve sonrasında bizleri neler bekliyor olabilir?
Eğer, her seçimde “trafoya kedi girmesi”, çöplüklerde mühürlü oy torbaları bulunması, arabaların arka koltuklarında AKP hesabına damgalanan oy pusulalarının gösterildiği videolar; YSK’nin “sandık kurulu mührü taşımayan zarflar da mühürlüler kadar makbuldür” kararları, kendi kendimize uydurduğumuz yalanlar değilse, bunlar başımızdan geçmemiş gibi kendimizi kandırmanın; önceki seçimlerde hile olan her şeyin kanun haline geldiği seçim kanunu değişikliklerinden sonra hiç bir şey olmamış gibi hareket etmenin aymazlıktan başka bir şey olmayacağını söylemek isterim. Seçim gecesi, sayım döküm ve oyların birleştirilmesi süreci sonlanana kadar hiç kimsenin uyumaması, herksin işler bitene kadar olan biten her şeyi gözleriyle görmek üzere oyların kullanıldığı sandıklarda ve okullarda, ilçe ve il seçim kurullarıyla, YSK’de toplanarak sonuçların hilesiz hurdasız belirlenip belirlenmediğini izlemesi şart. En küçük bir hile hurda belirtisi, gerçeğe aykırı sonuçların resmileşmesi halinde itirazların anında ve halkın bilgisi dahilinde yapılarak gerçek sonuçlar belirlenene kadar herkesin ayakta kalması çok önemli.
İki dönem milletvekili olarak görev yaptınız ve bu dönem görevinizi sona erdiriyorsunuz. Bundan sonrasını sizin açınızdan nasıl bir dönem olarak okumalıyız? Kısacası, Parlamentonun size ve sizin parlamentoya ne kattığını düşünüyorsunuz? Milletvekilliğinizin sona ermesi nasıl başlangıçlara vesile olacak?
Bir sosyalist, devrimci ya da her türden muhalif partinin bir milletvekilinin bile TBMM’de bulunmasının bence en önemli yararı, genel olarak memlekette konuşulan her şeyin somut bir sorun; çözülmesi gereken ve yanıt bulunması gereken somut bir sorun olarak sizi orada her gün sınavdan geçirmesidir. Bu aslında zihni açık tutmak, algıları açık tutmak, dışarıdan baktığınızda sizin devrimci programınız açısından bir ayrıntı değeri bile olmayan şeylerin esasen bir devrimci imkân, bir muhalefet üretme imkânı olarak ne kadar önemli bir rolü olduğunu idrak etmenizi sağlayan ilişki ve mücadele zemini.
Samimiyetle konuşmam gerekirse, ne yazık ki biz Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi’ne (SYKP) bu deneyimi taşıyabilmek ve buradan SYKP siyasetini zenginleştirebilmek bakımından etkili bir mekanizma kuramadık. Buna dair kazanımlar kolektifleştirilemedi. Ben bunun için hakikaten üzgünüm. Umarım Tülay (Hatimoğulları) seçildikten sonra artık bu tutum değişebilir. Fakat öte yandan yeni parlamento, o parlamento olmayacak. TBMM yeni rejimde bir çeşit “Çarlık Duması” haline geliyor. Gerçi, bu onu yine de önemsiz kılmıyor. Lenin’in bu konudaki ısrar ve çabasının zamanında ne kadar önemli olduğu belki şimdi daha iyi anlaşılıyordur. Şimdiki “Duma”da da “devrimci milletvekilleri” görev yapacak, ne kadar kahredici olsa da.
TBMM’nin devrimci mücadeledeki yeri meselesinin en önemli yanı, Tanzimat’tan bu yana Türkiye toplumunun parlamentonun merkezî hükümetle ilişkilerini tanzim etmek bakımından esaslı bir araç olduğunu devrimcilerden çok daha iyi fark etmiş olmasıdır. Parlamento bölüşüm ilişkilerini, gündelik yaşamı ve yerel talepleri çekip çevirmek bakımından onlar için mühimdir. Köylerine okul gelmesi, evlerine su gelmesi, çocuklarının eğitiminin daha ucuzlaması ve kalitesinin yükselmesi, sosyal yardım ve güvenlik, imar ve tapu meselelerinin çözülmesi veya hayatta önemli saydıkları başka bazı şeylerin devlet tarafından da önemli sayılması bakımından parlamento en önemli kaldıraç olageldi. Hatta bir zamanlar hürriyet simgesi haline de gelmişti.
Halk için bu kadar önemli olduğundan parlamentoda bir şey yapmak bizim için daha da önemli. Sosyalistler aslında bunun için yüz yıldır parlamento dışında tutulmaya çalışıldılar; “siz oraya girmeyin, tapınağın sırlarından mahrum kalın, işlerin nasıl döndüğünü öğrenmeyin, o kanallardan yürümeyin, nüfuz etmeyin” diye… Düşünsenize bir komünistin dokunulmazlık sahibi olması, onları her gördüğü an ezme tutkusuyla tutuşan alelade bir gerici polis memuru veya polis müdürü için ne kadar büyük bir meydan okuma. Bunun bile niye kıskançlıkla sizin elinizden alınmaya çalışıldığını daha iyi anlayabilirsiniz.
Ben o yüzden derim ki, bizim mutlaka orada, parlamentoda sözümüz olmaya devam etmeli. Bu bizi toplumun bütün öteki güçleriyle bakıştıran ve onlardan daha az itibarlı ve daha az meşru olma hissinden kurtaran bir şey. Bize cesaret ve güç kazandırıyor. Ama öte yandan hepimiz gördük, dokunulmazlıklar kaldırılıp milletvekilleri hapse atılıp medya yasakları uygulanmaya başladığında halka ulaşmak için bildiğimiz eski usullere kaldık. “Meğerse eski usuller ne kadar önemliymiş; insanın insana dokunduğu, yaşadığın, çalıştığın, eğlendiğin, mavra yaptığın yerde dönüyormuş hayat!” fikrine geri döndük ve HDP kendisini orada geri kazandı.
Ben o yüzden şimdi adı “seçmen” olan halkımızın, işçi sınıfımızın, gençlerimizin, yoksulların, kadınların yeniden HDP momentumunu hep birlikte ne kadar büyük bir güçle yeniden ürettiklerine tanık olduktan sonra çok daha büyük bir güvenle diyebilirim ki, parlamento dışındaki yaşamdır aslolan, vekalet değil.
Tabii bu arada Halkların Demokratik Kongresi’ni (HDK) kaybettik. HDK aslında HDP’yi parlamentoya iterken, onu kendi içinden doğururken, parlamento dışı bir gerçeklik, otantik temsil mekanizması ve hareket zemini, bir hareket üssü olarak sahip olmuş olduğu güçlerin hemen hemen hepsinden yoksun kaldı ve bir kabuğa dönüştü. Tabii bu HDK için çok acı oldu. Geçen dönem de bunu sık sık söyledim, hem parlamento faaliyetimizin hem de HDP faaliyetimizin en önemli işlerinden biri elde edilmiş imkânların HDK’yi yeniden kurmak için toplumsal mücadeleye dönüştürülmesi olmalı. Bunu da yapabilir, eğer gerçek hayatın aslında orası olmadığını bilerek parlamentoda çalışır ve orada elde ettiklerinizi gerçek hayata iade etmek için çaba gösterirseniz, evet, parlamento bize lazım. Daha doğrusu, genel siyaset alanında meşru bir var oluş lazım bize ve parlamento da bunun en önemli araçlarından birisi idi Türkiye’de.
Fakat önümüzdeki dönem, her şey barışçıl biçimde sonuçlanırsa bu seçimde, parlamentoya gönderdiğimiz vekillerin ve partinin parlamentonun üstünlüğünü geri kazanmak için mücadele vermeleri gerekecek. Unutmayalım, bütçe hakkı parlamentonun elinden alınmıştır. Evet, şeklen sonunda “parlamento onaylasın” denmektedir ama parlamento değildir bütçenin yapıldığı yer, cumhurbaşkanlığıdır. İkincisi, parlamento hükümet kurma, hükümeti denetleme ve hükümeti alaşağı etme hakkını elden çıkarmıştır. Yürütme ile TBMM iplerini tamamen koparmıştır. Üçüncüsü, meclis kanun yapma hakkını da paylaşmaktadır cumhurbaşkanı ile. “Temel haklar konusunda Cumhurbaşkanı kanun yapamaz” denilse bile, Tayyip Erdoğan ya da kim Cumhurbaşkanı olursa olsun bu imkanı o kullanmak isteyebilir. Bu şartlar altında milletvekilliği, milleti hakkıyla temsilden çok parlamentoyu bu amaçla dönüştürmek için çok önemlidir. Dolayısıyla Meclis İçtüzüğü ile milletvekilleri arasında sürekli bir çatışmanın yaşanacağı bir yeni parlamento dönemi olacak. Eskiyi tekrar etmeyeceğimiz yeni bir deneyim alanı var önümüzde.
Ezcümle: Bizim hem HDP’miz var, hem de HDP’yi var eden politik hareketlerimiz var. Benim her ikisinde de görevlerim devam ediyor. HDP Onursal Başkanlığı, hem Parti Meclisi’nde hem Merkez Yürütme Kurulu’nda bana daimi bir rol tanıyor. Bunu tabii ki sürdürmeliyim. Ben özellikle HDP’nin kuruluş paradigmasının, ona can veren temel ilkelerin yeniden üretilmesi bakımından o başlangıçla bugünkü kadrolar arasında daha az deneyim bağı kaldığını görüyorum. Bu açıdan sürekli olarak oranın beslenmesi ve yönetime katılması ihtiyacı var bu bilginin.
SYKP Merkez Yürütme Kurulu’nda da bana ayrılmış bir yer var. Bunu tam olarak seçimli mekanizma sonucunda yeniden doldurmak ister miyim, istemez miyim bilemiyorum ama geçtiğimiz dönemde buna yönelik olarak çok az mesai yapabildik. Şimdi Tülay’ın (Hatimoğulları) varlığı nedeniyle daha etkin bir biçimde yapabiliriz. Bu, çok fazla iş demek aslında.
Onun dışında Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’ni bir wiki ansiklopedi olarak internete taşıma konusunda içimde bir ukde var. Onun için imkan yaratmaya çalışacağım.
İki dönemin deneyimlerini yazıya dökmek, hiç olmazsa hülasasını çıkarmak lazım. Bu olmazsa olmaz. Hem bizi oraya gönderen politik güçlere, ortaklığa, hem de bizi seçen insanlara bu hesabın verilmesi ve deneyimin paylaşılması ihtiyacı var. Onun dışında da başka bir şeye zaman kalmıyor.
Gene de milletvekili olmadan da bütün mücadele alanlarını dönüştürmekle uğraşacağız. Her zaman temsil etmemiz gerekmiyor. Toplumun parlamentoyu, HDP seçmenlerinin HDP’yi kuşatması, sürekli ileri itmesi için herkesle birlikte çalışacağız, ömrümüz vefa ettiği kadar…