SEÇTİKLERİMİZ – Kavel ALPASLAN’ın Evrensel’deki yazısı: Her şeyden önce Sovyetler Birliği’nin, kendini komünizmi inşa sürecinde gören bir sosyalist devlet olduğu gerçeğini iyi özümsemek gerekiyor. Sovyetler, bu inşa sürecinin temsilcilerindendir, ‘komünist dünyanın’ yegane temsilcisi değildir.
Günümüzde işçi sınıfı, taşeron işçiliğe mahkum edilme, sigortalı işin bir ayrıcalık sayılması, tatil günlerinin dayanılmaz azlığı, günlük çalışma saatlerinin katlanılamayacak seviyelere dayanması ve geçimi imkansız kılan ücretlerle çalıştırılmayla, neoliberalizmin elinde boğulmakta. Burjuva siyasetçileriyse işçilere ‘başka bir ihtimalin bulunmadığını’ sunarak bu işlemekte zorlanan sistemi aklamaya çalışmakta. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Nerede çalışırsanız çalışın, ister beyaz yakalı ister mavi tulumlu, neoliberalizmin bu hak gaspı, farklı oranlarda olsa da herkesin hayatının bir yerine dokunmakta.
Sahi başka bir ihtimal var mı? Ücret zammının havuç, işsizliğinse sopa olmadığı bir çalışma ortamı, bir hayat, bize ne kadar uzak? Dünya tarihini temellerinden sarsan Ekim Devrimi’nin de yüzüncü yıl dönümü vesilesiyle Sovyetler Birliği işçi sınıfının çalışma hayatına, günümüzle kıyaslayarak değinmekte fayda var. Her şeyden önce Sovyetler Birliği’nin, kendini komünizmi inşa sürecinde gören bir sosyalist devlet olduğu gerçeğini iyi özümsemek gerekiyor. Sovyetler, bu inşa sürecinin temsilcilerindendir, ‘komünist dünyanın’ yegane temsilcisi değildir. Tarihinde, iç ve dış burjuvazi tarafından yaşadığı türlü saldırılar, felaket ve yıkıma rağmen kendi yorumlarıyla bu inşa sürecini gerçekleştirmeye çalışmış bir devlettir.
Çalışma hayatı
Çalışma hayatının pratik yansımalarından önce, Sovyetler Birliği Anayasalarındaki yerine değinerek başlayalım. Devrim öncesi Rusyasıyla kısa bir kıyaslama yapmak gerekiyorsa eskiden işçiler günlük 10-12 saat çalışıyordu. 1936’da kabul edilen SSCB Anayasası, ülkedeki işçilerin ezici çoğunluğu için, çalışma saatinin sanayi kollarına göre 6 ya da 7 saate indirilmesini ve ücretli yıllık tatil iznini güvence altına almaktaydı. İkinci Dünya Savaşı gibi anormal durumlarda seferberlikle beraber çalışma saatleri 8’e çıksa da daha sonra yapılan düzenlemelerle tekrar yedi saate indirildi. 1977 Anayasası’nda bu madde daha da detaylandırıldı. Ülkede genel çalışma saatinin haftalık 41 saati aşmaması kararlaştırıldı. Çalışan nüfusun yaklaşık yüzde 75’ine tekabül eden sanayi işçileri, diğer kimi sektörlerde çalışanlar ve gece çalışanlar için, işin zorluk seviyesine göre haftalık 41 saatten daha az çalışma saati belirlendi. Bu noktada Sovyetler Birliği çalışma saatlerini 7’ye indiren ilk ülkedir. Hatta 1966 yılında çalışma saatlerinin günlük 6 saate indirilmesi dahi önerildi. Ancak tartışmalar sonucunda yürürlüğe konulmadı. Tarih böyle olunca, bugün 9-10 saat çalışmanın ‘normalleştirilmesinin’ açıklanabilir pek bir yanı yok gibi duruyor. Üstelik kapitalistler tarafından ekonominin geliştiği öne sürülmesine rağmen!
İşsizlik ve sağlık
Kapitalizmin işsizlik korkusu yaratarak işçilerde biat kültürü oluşturmaya çalışması Sovyetler’de karşılık bulan bir çaba değildi. Devlet, üniversite ve meslek yüksek okullarından mezun herkese iş sağlıyordu. İşsizliğin engellenir hale gelmesinden yola çıkarak, kapitalist bir ülkede aynı konumda çalışan bir işçiye göre Sovyet işçisinin ekonomik açıdan daha fazla güvence altında olduğunu söylemek güç değil. Kapitalist bir ülkenin işçisiyle Sovyet işçisini birbirinden ayıran en büyük fark, yapılan ödemeler değil sağlanan güvencelerdi. Elbette işçilerin ücretlerinin artırılması, kapitalizm içinde mücadele eden işçiler için kelimenin tam anlamıyla hayati bir önem taşımakta. Ancak eğitim, barınma, sağlık, tatil, kültür gibi haklara ücretsiz ya da sembolik ücretlerle ulaşılması, Sovyet işçi sınıfının hayat standartlarını yükselten en büyük atılımdı.
Sağlık hizmetlerinin işçilere ve vatandaşlara ücretsiz olarak sunulması Sovyetler’in çalışanlara yönelik sağladığı en büyük güvencelerden. 1936 Anayasası’nın 36’ıncı maddesine göre, SSCB vatandaşları devlet sağlık kurumları tarafından sağlanan nitelikli tıbbi hizmetlerden ücretsiz olarak faydalanabiliyordu. Sağlık sorunu ne olursa olsun bu maddede, kapitalist ülkelerde olduğu gibi ‘istisnalarla’ karşılaşılmıyordu. Sigorta ve dolayısıyla sınırlı bir sağlık hizmeti, geçmişte olduğu gibi günümüzde de kapitalist ülkelerde ‘lütuf’ olarak görülüp patronlar tarafından işçilere karşı bir ‘koz’ olarak kullanılmaya devam ediyor.
Patron için değil, işçi sınıfı için emek
İşin en ilginç tarafıysa Sovyetlerin işçi sağlığı ve çalışma koşulları konusunda yaptığı atılımların -ya da kapitalistlerin deyimiyle ‘tehditlerin’- sadece kendi ülkelerinde değişimlere yol açmaması. Özellikle 20’nci yüzyılın ikinci yarısında Sovyetler’in işçilerine sağladığı olanaklar sol-sosyalist hareketler aracılığıyla dünyada duyulmaya başlayınca bu ‘tehdide’ karşı kapitalist ülkeler, bilindiği üzere bir dizi ‘önlemler’ aldı. Dünyada bu dönemde kapitalist ülkelerin işçi sınıfları ‘komünist tehdide aldanmamaları’ gerekçesiyle sermaye tarafından ‘lütfedilen’ kimi haklara sahip oldu. Bunun kapitalistler açısından bir ‘geri adım’ olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Peki Sovyetlerin işçi çalışma koşullarında bize gösterdikleri, bize bugün ne ifade ediyor? Sorunun ilk yanıtı basit: İşçilerin artı değer üretmeyip, kendileri için emek harcaması. Kabaca kapitalist üretim biçiminde işçilerin günün büyük bir bölümünde kendileri için değil, patronları için emek harcaması, üretimde verimin düşmesi yönünde kaçınılmaz bir etkiydi. Yazının başında da bahsettiğim gibi Sovyetler komünist bir dünyayı inşa sürecindeki sosyalist bir ülke olduğu ve tarihi boyunca dış tehditlerin hedefinde kaldığı için burada süren üretim sistemini ‘ideal’ bir komünist model olarak görmek mümkün değil. Nitekim Sovyetler, üretimi güçlendirerek kapitalist dünyayla rekabete de girmiştir.
Ancak bu deneyim, işçi sınıfı tarihinde girdileri göz önüne alındığında asla reddedilip kabul edilemeyecek bir olgu değil. İkinci Dünya Savaşı’nda ve İç Savaş döneminde ilan edilen seferberlik koşullarında dahi, işçiler ‘başkaları’ için çalışmamış, iktidarlarının devamı için çalışmışlardır. Bu açıyla Sovyetler’e bakmak, ana akım batılı liberal görüşün ‘ama Sovyetler’de zorunlu çalıştırılma vardı’ argümanlarını da büyük bir ölçüde geçersiz kılmaktadır.
Sovyetler bize, emperyalist bir okyanus içinde yeni bir uygarlık kurma çabasında olanların, öne sürülen ‘işçi iktidarının’ her şeye rağmen kurulmaya çalışıldığı, bir biçimiyle kurulabildiğini gösteriyor. Tarih düz bir doğru halinde ilerlemediği, çıkışlar kadar inişlerin de olduğu, son 30 yıl içinde yeni öğrenilen bir gerçek değil. Kapitalistlerin gittikçe daha fazla vahşileşmesi ve bu vahşileşmenin her işçinin hayatına yansıması söz konusuyken, dünya kaosa sürüklenirken, karşı bir tepkinin oluşmayacağı düşünmek anlamsız olur. Tarih, onu yazdığını düşünen efendilerin gösterdiği yolda ilerlememiştir, ilerlemeyecektir!
Yıllık izinden öte: Tatil hakkı!
Tatil ve dinlenme hakkı çalışma saatleriyle paralel olarak kapitalist bir ülkede işçi olan herkesin muzdarip olduğu, en çok istismar edilen haklardan. Bugün pek çok işçinin yıllık izni 1-2 haftayı kolay kolay geçmiyor. Ücretsiz izinlerse cabası! Bu yıllık izni ‘tatil’ olarak da kolay kolay yorumlayamıyor insan, zira nüfusun sadece küçük bir kısmı ‘tatil’ olarak algılanan etkinliği gerçekleştirme ihtimali buluyor. Çoğu işçi yıllık izinlerini, kendisi ve ailesi için -yol parasını denkleştirebilirse- memleketine eş dost ziyaretine giderek kullanıyor. Bu izinler kısmen dinlendirici olsa da çalışan kişinin bir yıllık yorgunluğunu atması ve kendini yenilemesinde ne kadar etkili olduğu tartışılır.
Sovyetler Birliği, yurttaşlarına sağladığı yıllık izin ve tatil hakkı konusunda kapitalist ülkelere göre çok daha ileri bir konumdaydı. Emek Yasası’nda bir çalışma yılı (on bir ay) boyunca çalışan işçiler için net 28 ücretli yıllık izin günü hakkı tanınmaktaydı. Mesleklerin zorluk ve tehlikesine göre yapılan seviyelendirmeyle bu süreye 3 veya 7 gün ek izin hakkı ilave ediliyordu. Sovyetler’i kapitalist ülkelerden yıllık izin konusunda ayıran en büyük özellik, yurttaşlarına bildiğimiz anlamıyla ‘tatil yapma’ imkanı sağlamasıydı.
Sanatoryum, dinlenme evi…
Bir Sovyet işçisinin yıllık iznini değerlendirmek için çeşitli tatil alternatifleri bulunuyordu. Sanatoryumlar bu seçenekler arasında en popüler olanlarıydı. Sovyetlerin pek çok noktasında inşa edilen sanatoryum adı verilen sağlık öncelikli dinlenme merkezleri, işçilerin fiziksel ve psikolojik olarak yenilenmiş bir şekilde işbaşı yapmalarını amaçlıyordu. Madencilik gibi zorlu mesleklerde çalışanların bu merkezlerden faydalanmaları teşvik ediliyor ve talep edildiği takdirde de öncelik veriliyordu. Eğer daha kısa süreli bir tatil tercih ediliyorsa ‘dinlenme evi’ olarak adlandırılan tesislerde sakin bir tatil geçirilebiliyordu. Sanatoryum, dinlenme evi ya da 1950’lerden sonra yürürlüğe giren kamplar gibi tüm tatil tesislerinden işçiler ücretsiz olarak faydalanabiliyordu. Bu tesislerde dinlenildiği takdirde günübirlik geziler, sabah sporları, yürüyüşler gibi kolektif etkinliklere de katılınabiliyordu.
Kadınların üretimdeki yeri ve emeklilik
Ekim Devrimi’yle birlikte 14 yaşından küçük çocukların çalışması yasaklanmıştı. Devrimi takip eden yıllarda da 14 yaşına kadar tüm çocuklara ‘parasız beslenme hakkı’ tanındı. Sovyetler’de dikkat çeken bir diğer uygulama da dünyada kreş hizmetini yaygın biçimde kullanan ilk ülke olmasıydı. Elbette kreşler de ücretsizdi!
Peki çocuklara sağlanan bu avantajların nedeni neydi ve neden kreşler diğer ülkelere kıyasla daha önce Sovyetler’de yaygınlaştı? İşin ‘sırrı’ kadınların üretimdeki yerinde yatıyor. Ekim Devrimi’yle birlikte kadınların hayatlarında radikal değişiklikler oldu. Kilisenin, monarşinin ve sermayenin eve, yemek yapmaya, çocuk bakmaya mahkum ettiği milyonlarca kadın, Sovyetler’de Avrupa ortalamasının çok daha üstünde bir oranda çalışan nüfusa katıldı. Bolşevikler önlerine koydukları sanayileşme ve kalkınma planlarında kadının rolünü önemsiyordu. Çalışan kadınların sayısı 1928 yılında yüzde 24’teyken, 1940 yılında bu rakam yüzde 39’a yükselmiştir. Bu anlamda kadınlara doğum izni konusunda tanınan ayrıcalıklar da dikkat çekicidir. Yeni doğum yapmış bir kadına Sovyetler tarafından bir senelik ücretli izin hakkı tanınırken çocuk üç yaşına gelene kadar her gün ücretsiz süt alınabiliyordu.
Burada kısaca emeklilik hakkına da değinmekte yarar var. Bugün emeklilik yaşı çalışma koşullarının daha dayanılmaz hale gelmesine ters orantılı olarak artmakta. Üstelik emekli maaşı ve ikramiyeleri insanlara son derece kısıtlı bir hayat imkanı sunmakta. Sovyetler Birliği’nde emeklilik konusu, işçi sınıfının çıkarları gözetilerek özenle hazırlanan bir yasa çerçevesiyle güvence altına alınmaktaydı. Resmi olarak kadınlar 55, erkekler 60 yaşında emekli olsa da işlerin tehlikesine ve kişiye verdiği zararına göre bu yaş 45 ve 50’ye indirilebiliyordu. Emeklilik ve sosyal güvence anlamında en büyük güvenceyse devletin herhangi bir hastalık ve iş kabiliyetini kaybetme durumunda vatandaşlarının bakım hizmetlerini karşılamasıydı. (Sovyet Anayasası, Madde 120)
Kaynaklar:
1- Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 3
2- https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya-forum/2017/07/16/sovyetler-birligi-tatili/
3- https://www.marxists.org/history/ussr/government/1928/sufds/ch17.htm
4- https://nintil.com/2016/04/03/the-soviet-union-working-hours/
5- http://soviethistory.msu.edu/1929-2/churches-closed/churches-closed-texts/seven-hour-working-day/
6- http://www.nationsencyclopedia.com/economies/Europe/Russia-WORKING-CONDITIONS.html
7- https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya-forum/2017/10/01/sovyetler-birliginde-teog-mu-vardi/