SEÇTİKLERİMİZ – Mustafa Peköz yazdı: Trump’ın İran politikasının, başta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi olmak üzere uluslararası alanda destek görmesi oldukça zordur. Bu yönde bir adım atılırsa savaş bölgesel düzeyde yayılır ve Pentagon’un tek başına yönetemeyeceği bir durum açığa çıkar.
ABD Başkanı Trump’ın yapmış olduğu açıklamayla Washington’un İran stratejisinde bir değişikliğe gidileceğine dair ilk işaretler verildi denebilir. Strateji değişikliğinin merkezinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ve Almanya’nın İran ile yapmış olduğu Nükleer Anlaşma’nın iptali bulunuyor. Bunu başarmak mümkün mü? Dahası, Trump attığı bu adımla İran’ı uluslararası alanda yeniden izole edebilir mi?
Yapılan anlaşmayla Tahran’ın nükleer araştırmalarının Uluslararası Atom Enerji Kurumu tarafından kontrol altına alınması sağlanmıştı. Obama’nın onayladığı anlaşma ile ABD-İran ilişkilerinde yeni bir süreç başladı ve Irak’ta IŞİD ile savaşta ABD-İran mutabakatının etkileri belirgin olarak hissedildi. Anlaşma gereği İran’a uygulanan uluslararası yaptırımların çok önemli bir kısmı kalktı, Tahran’ın uluslararası bankalarda bulunan yaklaşık 100 milyar doları aşkın parası üzerindeki blokaj kaldırıldı.
Nükleer Anlaşma’da kazan-kazan politikası
Nükleer anlaşma hem İran hem de uluslararası güçler tarafından kazan-kazan stratejisine dönüştü. İran için birkaç bakımdan etkili oldu. Birincisi İran’ın uluslararası alandaki diplomatik ve politik etkinliği hızla gelişmeye başladı. İkincisi İran’a karşı uygulanan ekonomik ambargo kalktı; özellikle petrol-doğalgaz ihracından önemli bir gelişme sağladı. Üçüncüsü İran bölgesel bir güç olmasının çok ötesinde, bölgenin lider ülkesi olarak hızla ön plana çıktı. İran’ın Yemen, Irak, Suriye gibi çatışmalı bölgelere müdahil olması, Körfez bölgesinde hâkimiyet alanın ciddi oranda artmasını ve dengeleri belirleyen ülke olarak ön plana çıkmasını sağladı.
Küresel güçler bakımından da önemli avantajlar sağladı. Nükleer anlaşma ile AB’nin İran politikasındaki keskin dönüş, AB’nin ekonomisi bakımından önemli bir etki yarattı denebilir. Tahran, nükleer anlaşmadan yararlanarak özellikle AB ülkeleriyle ekonomik ilişkilerini hızla geliştirdi. Örneğin Fransa, Almanya, İtalya, İspanya gibi AB devletlerinin ve özel şirketlerin İran ile yaptıkları ticari anlaşmaların değeri 600 milyar dolara yakındır.
İran ile Fransa patentli petrol şirketi Total arasında doğalgaz geliştirme projesi anlaşmasının tutarı yaklaşık 5 milyar dolardır. Çin kökenli CNPC, Fransa kökenli Total, İran kökenli Peropars şirketleri arasında ikinci bir doğalgaz araştırma anlaşması yapıldı. AB ortak yapımı olan 118 Airbus yolcu uçağının alımı için Paris ile Tahran arasında 25 milyar avroluk anlaşma yapıldı. Buna ek olarak 30 milyar doları bulan farklı ikili anlaşmalar yapıldı. İran Sanayi Geliştirme ve Yenileme Organizasyonu (İDRO) ile Fransız otomobil şirketi Renault arasında 750 milyon avro değerinde anlaşma imzalanmış olup Renault 2018 yılında İran’da seri üretime başlayacak. Ayrıca İran demir yollarının modernizasyonu için Fransa menşeli TGV şirketi arasında devasa anlaşmalar için hazırlık yapılıyor.
İran ile İtalyan kökenli enerji şirketi Eni ile 4 milyar avro değerinde rafinerileri geliştirme ve modernize etme projesi imzalandı. Danieli ile çelik ve alüminyum üretiminde kullanılacak ağır makine ve ekipman tedarikine yönelik 6 milyar avro değerinde anlaşma imzalandı.
İran’ın kimya ve metalürji sanayisinde önemli bir ağırlığı olan Almanya’nın milyarlarca dolara tekabül eden yatırımlarıyla bu ülkede önemli stratejik çıkarları bulunuyor. Bu nedenle İran’a karşı olası bir askeri operasyona hemen her dönem karşı çıktı ve İran ile yapılan nükleer görüşmelerde 6. ülke olarak yer aldı. Aynı şekilde Almanya kökenli Siemens şirketi ile İran arasında 2 milyar dolarlık, otomotiv devi Daimler ile 3 milyar dolarlık bir anlaşma imzalandı.
Çin, İran’ın en büyük petrol alıcı müşterisidir. İran ile ticaret hacmini 10 yıl içinde 600 milyar dolara çıkarmayı hedefliyor. İran’ın en büyük petrol müşterisi de Çin’dir.
İran ile Rusya arasında askeri alanda stratejik işbirliği bulunuyor. Ordu gücünü Rusya’nın askeri sistemine göre organize eden İran ordusunun tank, top, füze, savaş uçakları gibi askeri ekipmanının yüzde 70’i Rusya ve Çin tarafından karşılanmaktadır. İran’ın savunma sistemi önemli oranda Rus askeri savunma araçlarında oluşmaktadır. Ordu tarafından geliştirilen balistik füze sistemlerin teknolojisinin tamamı Rusya ve Çin’e aittir.
Rusya ile İran arasında S-300 füze savunma sistemi üzerine yapılan anlaşma 2,5 milyar dolar civarındadır. İran’ın Rusya ve Çin’de aldığı çok yönlü askeri sistemler için yapılan askeri harcamalar 10 milyar dolar civarındadır.
İran’ın en büyük havayolu şirketi Aseman Airlines ile Amerikalı havacılık firması Boeing arasında yapılan anlaşma gereği Boeing 16,5 milyar dolar değerinde 60 yolcu uçağı satış anlaşması yaptı. Amerika patentli uluslar üstü petrol şirketleriyle İran devlet petrol şirketi arasında petrol üretimi ve taşınması anlaşması imzalandı.
NATO’nun ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) tutumu
İran ile anlaşma, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri ve Almanya’nın katılımı ile alındı. Bu karar alınırken iki kurum son derece etkili oldu. Öncelikli olarak İran ile nükleer müzakereleri yürütmede önemli bir sorumluluk üstlenen Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) anlaşma taslağının arka plandaki mimarıdır. UAEA Genel Sekreteri Yukiya Amono’nun, Trump’ın “İran nükleer anlaşmayı ihlal ediyor” iddiasına karşı “Şu anda İran, dünyanın en sağlam nükleer doğrulama sistemine tabidir” değerlendirmesini dile getirmesi önemlidir. İkincisi, arka planında önemli bir rol üstlenen NATO’nun anlaşmayı onaylaması ve bugüne kadar tersten ciddiye alınabilir olumsuz bir açıklama yapmamış olması da dikkat çekicidir. Bu iki kurumun anlaşmanın devam ettiğini beyan etmeleri zorlamaya dayanan Washington açıklamasının beklenilen etkiyi göstermeyeceğini ortaya koyuyor. Ayrıca BMGK tarafından onaylanmış bir anlaşmanın Trump ekibi tarafından tek taraflı iptal edilmesinin uluslararası hukuk bakımından pek olanaklı olmadığı da biliniyor. Karar tek tek ülkeler değil Güvenlik Konseyi tarafından alınmıştır. İptal kararının iptali de aynı şekilde Güvenlik Konseyinin onayıyla alınması gerekir. Böylesi bir durum olmadığına göre Trump’ın bir bakıma alınmaya zorlandığı İran kararı sadece Washington’u bağlar.
Uluslararası alanda beklenilen desteği görmeyecek ve BM Güvenlik Konseyi’nde yalnız kalacak olan ABD’nin bu kararı yaşama geçirmek istemesinin nedeni ne olabilir? Bölgedeki dengeleri nasıl etkiler ve istikrara mı yoksa kaosa mı yol açar?
ABD’yi bu karara yönlendiren nedenler
Birincisi, Rusya’nın Irak ve Suriye üzerinde artan etkinliğinin bir yönü de İran ile kurduğu güçlü askeri ve politik ilişkilerdir. İran-Rusya ittifakı bölgesel savaşta önemli bir inisiyatif almakta ve Rusya’nın bölgesel hareket kabiliyeti çok daha fazla artmaktadır. Trump yönetimi bu gerçeği görüyor. Rusya’yı doğrudan karşısına alma şansı olmadığına göre İran’a karşı başlatacağı askeri ve diplomatik kıskacınle, İran’a paralel olarak Rusya’nın da bölgesel gelişmesini olumsuz yönde etkileyeceği hesaplanıyor. Washington’un İran üzerinden Rusya’yı etkisizleştirme planın ne kadar başarılı olur bilinmez ama Rusya-İran ittifakının Orta Asya’dan Akdeniz’e kadar uzanan bir alanı etkileyeceği çok açıktır.
İkincisi, İran özellikle nükleer anlaşmayla bölgesel bir güç olmanın ötesinde bölgesel lider olmayı hedefliyor. Yemen üzerinden Aden Denizi’ni, Suriye üzerinden Akdeniz’de kontrol kurma stratejisini aşamalı olarak uyguluyor. Böylelikle merkez Ortadoğu’yu Aden-Basra- Akdeniz üzerinde çevreleme stratejisiyle bölgesel hâkimiyet ve liderlik rolü tescil edilmiş olacak.
İsrail’in ve Suudi Arabistan’ın bölgesel çıkarlarını koruma
Üçüncüsü, İran’ın bölgede artan etkisi, ABD için stratejik önemde olan İsrail ve Suudi Arabistan’ın geleceğini de ciddi biçimde etkileyecek gibi görünüyor. İsrail, İran’ın uzun menzilli balistik füzeleri geliştirmesini ve hatta denemesini dahi kendisi için ciddi bir tehlike olarak görüyor. Suriye’de hâkimiyet kurmasıyla fiilen İsrail’e komşu olan İran aynı zamanda Tel Aviv’e düşman olan Hizbullah’ın askeri kapasitesinin artırılması için büyük bir çaba gösteriyor. İslam dünyasında İran-Suudi Arabistan rekabetinde inisiyatif önemli oranda İran’ın eline geçmiş bulunuyor. İran’ın Yemen ve Irak üzerinden Suudi Arabistan ile jeopolitik olarak komşu olmasıyla Vahabi krallığını fiilen bir kuşatmaya almasının sonuçları tahmin edilenden çok daha sarsıcı olacaktır. Özellikle Suudi Arabistan’ın Rusya’dan S-400 füze savunma sistemlerini alma isteği ABD’ye karşı politik bir reflekstir. Bir başka ifadeyle İran üzerinde hakimiyeti olan Moskova ile yakınlaşarak Washington’a mesaj vermiş oldu. Körfez ülkelerine milyarlarca dolar silah satan Trump, bölge devletlerinin yanında olduğunu göstermek zorunda olduğunu hissetti ve İran’ı yeniden hedef tahtasına oturttu.
Bağdat’ın ve Ankara’nın İran politikalarına çekidüzen yerilmesi
Dördüncüsü, Trump’ın İran’a yönelik geliştirdiği politika, Bağdat ve Ankara’yı çok ciddi oranda etkileyecektir. Washington’un Tahran’a karşı belirlenen politika değişikliği karşısında Bağdat’ın belirleyeceği politika son derece önemlidir. ABD, Bağdat’ı İran’a karşı tutum almak için çok açık olarak zorlayacak ve ciddi bir baskı uygulayacaktır. IŞİD ile yürüttüğü savaşta İran askeri güçlerinin aktif bir desteğini alan Bağdat, Washington’a rağmen Tahran molla rejimiyle ilişkilerini kesmeden olduğu gibi devam ettirebilir. Bağdat’ın Şii merkezli iktidar gücü, ABD’nin politikasına yönelik somut bir adım atmadığı takdirde, Irak’ın bugünkü son derece kırılgan olan askeri-politik dengeleri çok yönlü değişmesi kaçınılmaz olur. ABD’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlığını doğrudan tanıdığı ve Irak’ın bölünmesine giden bir süreç başlayabilir.
Ankara da, Washington’un politikalarına uyumlu somut adımlar atmazsa çok yönlü yaptırımlarla karşı karşıya gelmesi yüksek bir olasılıktır. ABD Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu üyesi Ben Cardin’in, Ankara’nın İran-Kuzey Kore yaptırımları yasasının 231’inci maddesinin ihlaline dahil olabileceğini belirtmesi, Senato Dış İlişkiler Konseyi Türkiye sorumlusu Steven Cook’un, “Türkiye müttefikimiz ama artık ortağımız sayılmaz” açıklaması, ABD Dışişleri Bakanı yardımcısının daha ileri giderek Ankara’nın “stratejik bir müttefik olarak görülmediğine” dair yapmış olduğu değerlendirme ve vize krizi, Washington’un bakış açısını ortaya koyuyor. Trump’ın İran’a yönelik yaptığı açıklamalardan sonra Ankara’nın İran politikası çok ciddi sorunlara yol açabilecek gibi görünüyor. ABD’nin, uluslararası çıkarlarını ihlal ettiği gerekçesiyle açılan Zarrab davasının, AKP iktidarına karşı çok kapsamlı bir operasyona dönüştürülmesine yönelik bir hazırlık yaptığı belirtiliyor.
Kürtler için doğan yeni olanaklar
Beşincisi, Kürtlerin İran politikalarını da etkileyecek bir süreç başlayacaktır. Bunun birinci yönü, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bugüne kadar İran’a karşı izlediği dengeli politikanın sürdürülme şansının olmayacağıdır. Washington, Kürtlerin referandumunu doğrudan tanıyarak ve hatta fiilen bağımsız bir statüye getirerek Güney Kürdistan’ı İran’a yönelik olası askeri operasyonun merkezi haline getirebilir. Güney Kürdistan yönetimi süreci doğru yönetmezse, etkili bir kısım politik partilerin İran ile ilişkileri dikkate alındığında bu sorunun başka krizlere yol açması mümkündür. İran’ın Güney Kürtlerine yönelik en küçük bir operasyonu, Pentagon için bir savaş gerekçesi olarak görülüp kapsamlı saldırıların bir gerekçesi olarak kullanacaktır. Trump’ın İran politikası, zayıf olasılık da olsa Ankara ve Tahran’dan Güney Kürdistan’a gelebilecek bir saldırıya karşı koruma sağlayacaktır.
ABD’nin İran’a karşı belirlediği yeni politikanın başarılı olmasının önemli faktörlerden biri de PJAK-PKK’nin alacağı tutumdur. İran’ın Kürdistan Eyaleti bölgesinde PKK ile ortak ideolojik/politik değerlere sahip olan PJAK’ın yürüttüğü silahlı mücadele, Pentagon’un İran politikasında işlev görebilir. Suriye’de PYD ile kurulan askeri ve politik ilişkilerine benzer bir sürecin başlaması sürpriz olmaz. Ancak sorunun bir başka önemli yanı PJAK- PKK ile İran arasında kurulan ve fiilen çatışmasızlık ortamının oluşturduğu dengedir. Washington, sanıldığı gibi PKK üzerinde ciddi alınır bir etkiye sahip değildir. PKK-PJAK, İran ile olan ilişkilerde daha çok kendi politik çıkarlarına göre hareket etti. Suriye’deki gelişmeler de bu sürecin bir parçası olarak okunabilir. Bu bakımdan PJAK’ın askeri ve politik konumunun, Washington ve Tahran tarafından doğru okunması ve politik ilişkilerin buna göre kurulması beklenmelidir. PKK-PJAK-PYD üçlüsünün Ortadoğu’nun karmaşık ilişkilerinde askeri ve politik dengeleri belirleyecek bir konumda oldukları görülüyor. Uluslararası ve bölgesel güçlerden hangisi Kürtlerin stratejik çıkarlarını kabul ederse ve buna uygun askeri-politik adımlar atarsa, Kürtlerin politik güçlerini yanında görür. Bu durum Tahran ve Washington hattında böyle olacaktır.
Sonuç
Nükleer Anlaşma’dan sonra uluslararası güçlerin ve küresel şirketlerin İran ile kurmuş olduğu ilişkiler geçici olmayıp çok yönlü çıkarlara dayanmaktadır. Bu bakımdan Trump’ın İran politikasının, başta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi olmak üzere uluslararası alanda beklenen desteği görmesi oldukça zordur. Bölgesel dengeleri bütünüyle değiştirmeye yönelik olan böylesi bir adım atılırsa Ortadoğu’da krizi tahmin edilenden çok daha fazla derinleştirecek ve yıllara yayılacak bir kaosla karşı karşıya kalınacaktır. Pentangon’un tek başına yönetme şansına sahip olmadığı böylesi bir kriz, savaşı bütünüyle bölgesel düzeye yaymak anlamına gelir. Bu yönelimde küresel sermayenin de sanıldığı gibi bir çıkarı olmayacaktır.