SEÇTİKLERİMİZ – Elif Görgü’nün Evrensel’deki yazısı: Pazar günkü eyalet seçimleri, 2015’te meclis çoğunluğunu kaybeden Maduro-PSUV yönetiminin halktan hala önemli bir destek aldığını ortaya koydu.
Venezuela’da eyalet seçimleri pazar günü yapıldı. Yaklaşık 18 milyon seçmenin yüzde 61.1’i oy kullandı. Katılım, 2008 eyalet seçimlerinden (yüzde 65) sonraki en yüksek oranda gerçekleşti. 23 eyaletin 17’sini iktidardaki Birleşik Sosyalist Parti (PSUV) aldı. Ülke genelinde eyalet yönetimlerinin yüzde 75’ini, kullanılan oyların ise yüzde 54’ünü alan Nicolas Maduro yönetimindeki PSUV, elindeki 3 eyaleti kaybetmesine rağmen, sokak şiddetinden emperyalist müdahaleye kadar türlü yollar denemiş sağ muhalefet koalisyonuna karşı zafer kazanmış sayıldı. PSUV’a sandık desteği aralık 2015’teki milletvekili seçimlerinde yüzde 40’a kadar düşmüş ve meclis çoğunluğunu kaybetmişti. Sağ muhalefeti temsil eden Demokratik Birlik Masası (MUD) koalisyonunun, ABD ile Avrupa Birliği’nden aldığı siyasi destek ve devasa propaganda yardımı ile kurduğu hayaller ise böylece -ama sadece şimdilik- yarım kaldı.
‘Hile' iddiasıyla açıklanabilir mi?
Uzun bir soru: Maduro-PSUV’nin, iktidara karşı sokak muhalefetinin giderek kitleselleştiği ve “hepsi faşist” denip geçilemeyecek halk kesimlerini de kapsamaya başladığı, ne ekonomik ne siyasi krizi çözecek iradeyi göstermeyerek ve bürokrasideki yolsuzluk gibi yıllardır dile getirilen sorunları dahi çözmeyerek kendi müttefiki sol, sosyalist parti ve örgütlerin de tepkisini topladığı bir süreçte, kaybettiği oyları geri alması nasıl açıklanabilir?
Muhalefetin bu soruya yanıtı “seçim sahtekarlığı”. Ancak seçim konseyi gibi kurumların hükümet yandaşı olduğunu kabul etsek bile Venezuela seçim sistemi hâlâ dünyanın şeffaf seçim sistemleri arasında ve oy oranları arasındaki açık farkı hileyle açıklamak zor görünüyor.
Hele ki Lara eyaletinde MUD’un vali adayı olan Henry Falcon gibi “Seçim sonuçlarını tanıyorum, ne yazık ki kaybettik” açıklaması yapanlar da varken…
Kutuplaşmanın keskinleşmesiyle hükümet yanlısı/karşıtı iki taraftan manipülasyonun giderek yoğunlaştığı bir dönemde ‘uzaktan’ ülkeyi analiz etmek ve keskin sözler söylemek zorlaşıyor. Ancak son bir yılın gelişmelerine ve tabii ki seçim sonuçlarına bakarak belli tahminlerde bulunmak mümkün.
Faşist şiddetin etkisi
Birincisi, genel olarak halkın, giderek faşist saldırılara dönüşen sokak şiddetini desteklemediği söylenebilir. Burada kastedilen kitlesel muhalefet eylemleri değil, daha çok MUD içindeki faşist kanat olan Primero Justicia partisi içinde ve etrafında örgütlenen kesimlerin silahlı şiddeti. Üst-orta sınıf mahallelerinin etrafında barikatlar kuran, sağlık ocakları ve hastaneler de dahil kamu binalarını kundaklayan, yollara serdikleri dikenli tellerle çok sayıda kişinin trafik kazasında ölümüne neden olan, yine bu barikatlardan geçen sivilleri silahla vurarak öldüren, hatta son dönemde “Chavezci” diyerek insanları benzin döküp yakmaya kalkışan bu kesim, şiddeti sürdürse de marjinal kalmış görünüyor. Şiddetin en yoğun olduğu ve en çok ölümün gerçekleştiği Miranda eyaletinin uzun yıllar sonra PSUV yönetimine geçmesi de bu tezi güçlendiriyor.
Burada hükümet güçlerinin de şiddetle yanıt verdiğini ve çoğu doğrudan ya da dolaylı olarak faşist gruplar tarafından olsa da 140’ın üzerinde sivilin katledildiğini hatırlatalım.
Bu faşist şiddet asla batılı devletler ve kurumlar ile basındaki temsilcileri tarafından tepki görmedi; aksine tüm ölümler hükümet güçlerine mal edilerek açıktan yalan habercilik yapıldı.
ABD’nin askeri müdahale tehdidi
ABD’nin doğrudan “askeri müdahale” tehdidi de ters tepmiş görünüyor. Obama’nın kendi zamanında “ABD’nin güvenliğine tehdit ülke” ilan ettiği Venezuela için Donald Trump birkaç kere açıktan “Askeri müdahalede bulunabiliriz” açıklaması yaptı. Latin Amerika halklarının hafızasında ABD müdahalesinin “diktatörlük, yıllar süren katliamlar ve kan banyosu” dışında bir yeri yok. Sık sık ABD’ye giderek kim bilir neler görüşen Venezuela burjuvazisinin iktidarı kendisine verecek bir müdahaleye itirazı olmaz mutlaka. Ancak bunu açıktan savunmak kolay değil. Bu nedenle Kolombiya gibi en ‘vahşi’ ABD destekçisi hükümetler bile Trump’ın açıklamalarına tepki göstermek zorunda kaldı. Yine de ABD’nin müdahale tehdidinin imkansız bir ihtimal olmaması, Maduro ve hükümetinden uzaklaşsa dahi böyle bir seçeneği kabul etmeyecek halk kesimlerini yeniden Maduro etrafında -en azından anti emperyalist bir müttefiklikte- birleştirdi. Zaten Maduro da sık sık ABD emperyalizminin planları propagandası yapma fırsatı buldu ve kimse de bu tutumuna “abartı” diyemedi.
ABD hükümet yetkililerinin Latin Amerika turlarına çıkması, son Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda ABD iş birlikçisi Kolombiya, Meksika, Peru gibi Latin Amerika yönetimlerinin ABD temsilcileriyle Venezuela konulu toplantı yapmış olması, bu ihtimalin masada olduğu iddiasını da güçlendirdi.
Maduro'nun kurucu meclis hamlesi
Bu arada son bir yılın en ses getiren gelişmesi yüksek mahkemenin çoğunluğu MUD’un yani sağ muhalefetin eline geçmiş olan Ulusal Meclisin yetkilerini askıya alması oldu. Muhalefetin ve ABD/AB emperyalizminin medya organlarının “diktatörlük” iddiasının en çok meşruiyet kazandığı bu dönem, sokak şiddetine de bahane yarattı; saldırıların ve ölümlerin çoğu da zaten bu dönemde yaşandı.
Ancak burada Maduro yönetiminin siyasi krizi aşmak için “Kurucu Meclis” ve yeni anayasa çağrısı yaparak, birden “çok demokratik bir süreci” hayata geçirmesi ve bir anlamda halka dönmesi yine kaybettiği sol/sosyalist/ilerici müttefiklerinin de kısmi desteğini almasına yardımcı oldu. MUD seçimleri boykot ederken, PSUV, sol siyasi parti ve örgütler ile kitle örgütleri Kurucu Meclise doğrudan oyla seçilen temsilcilerini sokabildi. Seçimlere katılımın ise muhalefetin beklentisinin çok üstünde, yüzde 41oranında olduğu açıklandı.
Bundan sonra ne olacak?
Konu Venezuela gibi petrol zengini ve Latin Amerika’daki siyasi güç dengeleri açısından da önemli pozisyon kazanmış bir ülke olduğu için “seçimler yapıldı, sorun bitti” demek zor. Sağ muhalefet ve ABD/AB emperyalizminin hükümeti devirme senaryoları devam edecek. ABD derhal “Venezuela seçimleri özgürce yapılamadı” açıklaması yaptı zaten.
Askeri müdahale ise hiçbir zaman uzak ihtimal değil. MUD’un kazandığı Merida, Tachira ve Zulia eyaletlerinin Kolombiya sınırında olması bu açıdan da tehlikeli. Ancak bir müdahale durumunda Venezuela’nın ekonomik müttefikleri Rusya ve Çin’in öne çıkması mümkün.
Bu arada MUD’un kazandığı eyaletlerin ülkenin zengin petrol ve yer altı kaynaklarının bulunduğu stratejik eyaletler olması ise bir başka sorun. Seçimden beklediğini alamayan muhalefetin, Dominik Cumhuriyetinde başlayan ve iki oturumu yapılan “diyalog toplantıları”na karşı tutumu ise merak konusu.
Öte yandan Maduro yönetiminin sınırlarının “Patronlara ve muhalefete uzlaşma çağrısı” yapmak ve taviz vermekten öteye geçememesi ise halkçı bir çözümü imkansızlaştırıyor. Halk desteği artmış görünse de aynı politikalarla varacağı yeni bir sonuç yok. Maduro’nun “devlet başkanı olarak” aldığı destek yüzde 25-30’larda bulunuyor.
Emperyalist müdahale ve faşist saldırılar karşısında -haklı olarak- hükümetle ortak tutum alan ancak yolsuzluk, ordu bürokrasisinin devlet içindeki gücü, ekonomik politikalar ve krizden çıkış gibi konularda yolları ayrılan ilerici güçlerin işçi sınıfı ve emekçi kitleler içinde zayıf olması ise alternatif bir devrimci sürecin hayata geçmesini erteliyor.
Bu nedenle Venezuela için siyasi krizin yakın süreçte sona ermesi mümkün görünmüyor.
‘Muhalefet’ Venezuela emekçilerinin alternatifi değil
Ne kadar birleşmiş ve örgütlü olsa da Demokratik Birlik Masası (MUD) kendi sınıfının; Venezuela burjuvazisinin güçlü temsilcisi ama ne siyasi ne de ekonomik programı açısından halk kitleleri için bir alternatif değil. Programının tek maddesi “Maduro istifa” olan MUD’un hükümet olması halinde “Bolivarcı Devrim” olarak nitelendirilen Chavez-Maduro döneminin tüm sosyal kazanımlarının sona erdireceği ortada. Bolivarcı dönem iddia ettiği gibi sosyalist bir düzen kurmasa da eğitimden sağlığa, konut hakkından işçi haklarına kadar geniş emekçi kesimlerin yaşam ve çalışma koşullarını önemli oranda iyileştiren politikalara imza attı. Ancak tüm bunları kapitalizmle uzlaşmaya çalışarak yaptığı ve petrol gibi uluslararası piyasaya göbekten bağımlı olmasına neden olan bir ihracat ürününe alternatif yaratmadığı için iddiasının sınırına geldi. İç piyasasındaki özel sektör ağırlığı da kapitalistlerin ekonomiye müdahalesini mümkün kıldı. Çok kısaca özetlediğimiz bu süreçle gelen ekonomik kriz, yüksek enflasyon, gıda ve temel tüketim maddelerine ulaşmadaki çözülemeyen sorunlar nedeniyle “Chavezci olan ama Madurocu olmayan” emekçi kesimler ortaya çıktı ve MUD bunların bir bölümünü kendisine kazandı. Yine de MUD’un bu kesimlere 18 yıldır pusuda bekleyen neoliberal saldırganlık dışında sunabileceği program bulunmuyor.
Sağ muhalefet kalelerinde kaybetti
Sağ muhalefetin kalesi görülen ve Valisi Henrique Capriles’in MUD’un devlet başkanı adayı olduğu Miranda eyaletini Maduro-PSUV yönetimi aldı. Capriles, Miranda’yı 2008’den beri yönetiyordu. Miranda, devlet başkanlığı seçimleri açısından belirleyici eyaletler arasında sayılıyor.
Muhalefetin yönetimine geçen Zulia eyaletinin Kolombiya sınırında olduğunu söylemiştik. Eyaletin MUD adayı olan Yeni Valisi Lady Gomez de seçim sonuçlarını tanıdığını açıkladı. Böylece seçimi tanımayan MUD yönetimini de zor bir pozisyonda bıraktı.
Ülkenin 1.5 milyon seçmeniyle en büyük üçüncü eyaleti ve sanayi bölgelerinden Carabobo da el değiştirdi ve muhalefetten PSUV’a geçti. Carabobo da MUD’un kaleleri arasındaydı.
Bu yazı yazıldığında ülkenin en büyük ve sanayileşmiş eyaletlerinden Bolivar için ise sonuçlar henüz açıklanmamıştı.