Cumhuriyet davasında Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Erinç savunma yapıyor. Erinç savunmasında “Bizim gazeteci olarak halkı bilgilendirmek için yaptıklarımızı kamu görevlilerinin karşı casusluk olarak okuduklarını anlıyorum. Gazetecilerden hakim savcı gibi davranması bekleniyor” dedi.
11'i Cumhuriyet gazetesi çalışanı ve yöneticisi, biri Twitter kullanıcısı 12 kişinin tutuklu bulunduğu 19 sanıklı Cumhuriyet davasının dördüncü duruşma gününde tutuksuz yargılanan Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Erinç savunma yapıyor.
Davada Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, Cumhuriyet Gazetesi yazarı Kadri Gürsel, karikatürist Musa Kart, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Önder Çelik, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi avukat Bülent Utku, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi avukat Mustafa Kemal Güngör, yazar Hakan Kara, Cumhuriyet Kitap eki Genel Yayın Yönetmeni Turhan Günay, yazar Güray Öz, avukat Akın Atalay, Cumhuriyet Gazetesi muhabiri Ahmet Şık, tweet'leri nedeniyle yargılanan tutuklu sanık Ahmet Kemal Aydoğdu tutuklu, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Erinç, Cumhuriyet Gazetesi muhasebe müdürü Günseli Özaltay, Cumhuriyet Gazetesi yazarı Hikmet Çetinkaya, Cumhuriyet Gazetesi eski yayın yönetmeni ve yazarı Aydın Engin ve Cumhuriyet Gazetesi eski muhasebe müdürü Bülent Yener tutuksuz yargılanıyor.
Erinç'in savunmasını yayınlıyoruz:
“Gazetecilerden hakim, savcı gibi davranması bekleniyor”
“Gazeteciliğe 14 Şubat 1957'de başladım. 61. yılındayım. TGC ve TGS yönetiminde yer aldım. Yani yönetim kurulu nedir, başkanlık nedir konularında deneyimliyimdir, başkanlığım sadece Cumhuriyet Vakfı ile sınırlı değildir. Bu dava sadece gazetecilerin yargılandığı bir dava değildir, çünkü buradaki arkadaşlarım KHK ile mesleklerini yapmaktan da yasaklanmış durumdadırlar.
Bizim gazeteci olarak halkı bilgilendirmek için yaptıklarımızı kamu görevlilerinin karşı casusluk olarak okuduklarını anlıyorum. Yani biz yazdıklarımızla halkı bilgilendirmiyoruz, birilerine mesaj veriyoruz diye anlıyor hakimler.
Gazetecilerden hakim savcı gibi davranması bekleniyor. Bizim için kavga, dövüş, yolsuzluk haberdir. Ama yargıç ve savcılar için elde edilen bilgiler yasal bir şekilde elde edilmemişse hukuki hiçbir değeri yoktur ama bizden istenen yargıç ve savcılar gibi davranmaktır.
Örneğin, yolsuzluk olmuştur, belgeler ortaya çıkmıştır, elde edilen bildiler yasal yollarla edilmemiştir, yargı mecbur takipsizlik kararı verir ama bu gazeteci için hala haberdir çünkü yolsuzluk ortadan kalkmamıştır.
“Yargılamanın siyasallığı”
“Bize yöneltilen suçlamalardan en önemlisi Cumhuriyet Vakfı'nı ele geçirmek, Cumhuriyetçileri tasfiye ederek yayın politikasını değiştirmek. Bu iddianın sahibi ‘Bizi tasfiye ettiler’ diyen üç kişiye aittir. Bir de ‘Bizi tasfiye ettiler’ diyen ve Cumhuriyet'i ele geçirmek isteyen Aydınlık yazarları. Bir de Cumhuriyetçilerin tasfiyesinden memnun olması gereken dinci medya da bize saldırmaktadır ki bu da yargılamanın siyasallığını ortaya koyuyor.
Mehmet Saraç çıkarıldığında Cumhuriyet Vakfı Başkan Vekili Alev Coşkun'dur. Kim tasfiye edilmişse, kimin zamanında tasfiye edilmiştir. Alev Coşkun yeterli oyu alamayıp yönetim kuruluna giremediğinde Alev Coşkun'a oy vermeyen Yönetim Kurulu üyelerinden biri de Mustafa Balbay'dır. Beş yıla dağılmış bir durumu 2013 yılına toplamak mantıklı değildir.
Yine iddianameye bakarsınız Cumhuriyet'in Atatürkçülüğü sanal bir Atatürkçülüktür. Çünkü üç kişi ayrıldığı zaman Cumhuriyet Atatürkçü olmaktan çıkıyor. Bu çalışan meslektaşlarıma ve bana hakaret olarak algılanmalıdır.
“Yayın politikası değişikliğini sorgulamak mahkemelerde yapılmaz”
“Yayın politikasına gelince savcının atadığı bilirkişi bilişim uzmanı olsaydı Türkiye'nin gündeminin değiştiğini Cumhuriyet'in bu gündemi takip ettiğini anlamış olurdu. Benim gündemi takip etmek gibi bir yükümlülüğüm var. Onları haber yapmayıp, başka şeyleri yapsaydım yayın politikasının değişikliğinden bahsetmiş olurduk.
Şu soruyu da sormak gerek:
Bir gazetenin yayın politikasının değişikliğini sorgulamak ceza mahkemelerinde yapılmaz. Bu basın çalışanı ve işveren kanununda belirlenmiştir. Bu konunun ağır ceza mahkemesinde tartışılmasını anlamıyorum.
"Görüştüğüm kaymakamın ByLock'u olması benim değil Vali'nin sorunu"
"Bana yüklenen suçlardan biri de ByLock kullanıcılarıyla, hakkında FETÖ soruşturması olan kişilerle bağlantım olduğu iddianamede yer alıyor. Ben TGC Başkanlığı yaptım. Bu örgüt Türkiye'den çeşitli görüşlerden gazetecilerin üyesi olduğu bir yerdir. Gazetecilere Özgürlük Platformu kurucularındanım. Benim gazetecilerle konuşmam ByLock'tan haberdar olduğum anlamına gelmez. Ben bir kaymakamla görüştüğümde kaymakamın ByLock'unun olması benim değil Vali'nin sorunudur.
Yerel medya semineri yaptıysam, Valiliğin basın yayın müdürü ile görüştüysem ve bilmiyorsam ne yapabilirim.
Bir seyahatim firmasıyla ilgili görüşmem yer almış. Ben tatillerimi Kuzey Kıbrıs'ta geçiririm. Diğer arkadaşlarımda da yer alan o seyahat şirketiyle çalışıyorum. O seyahat şirketi hala gazete ve televizyon reklamlarını sürdürüyor ama ben suçlanıyorum.
"Vakıf başkanlığı"
"Cumhuriyet Vakfı Başkanlığı konusunda…
İddianamede Cumhuriyet Başkanı olduğu iddia edilen üç kişi daha vardı. (Gülerek) Kuşkulandım eş başkanlık var mı diye. Ama anladım ki ciddiyetten uzak bir şekilde hazırlanmış.
TGS ve TGC Başkanlığımı bu nedenle anlattım. Ben yetkisi olan bir yönetim kurulunda yönetim kurulunun rolünü bilirim. 60 yıllık yöneticilik hayatımda hiç "adamım" olmadı hep iş arkadaşım oldu. Bu tasfiye edildiklerini söyleyen arkadaşların iddiası.
Ben başkanlığı Burhan Felek'ten öğrendim. Başkalarının önünde bulunmayı, tartışmalara en önde katılmayı yanlış bulurum. Oyumu bile en son veririm. Cumhuryet'i babalarının çiftliği sananları ileri sürdüğü bir iddiadır. Gerçekle ilgisi yok.
2 Nisan 2013'te Önder Çelik'in seçilmesini sağlamakla suçlanıyorum. Sağlamışsam çok başarılı sayarım kendimi. Ama öyle bir girişimim yoktur.
"Askeri darbenin gazeteciliğe verdiği zararları bilirim"
"Gazetecilik nedeni ile oluşan iki alışkanlığım var. Hitap etme konusunda dikkatli olurum. Bu nedenle arkadaşlarıma isimleriyle hitap etmekten kaçınırım. Konuşmalarımda senli-benli bir üslup yoktur.
Şimdiye kadar 51 yıllık meslek hayatımda çalışma arkadaşlarımdan hiçbirini savunmak zorunda kalmadım. Bu ilkemi yedi arkadaşım için bozdum. O nedenle rahatsızlık duyduğumu söylemeliyim.
1981'de Cumhuriyet'te yönetim değişti, sorumlu yazıişleri müdürüydüm, ayrıldım, bazı üniversitelerde çalıştım. Tabi 27 Mayıs'ı, 12 Mart'ı, 12 Eylül'ü yaşadım. Darbeler konusunda deneyimliyim. 27 Mayıs'ta Demokrat Parti'li bir vekilin gazetesinde istihbarat şefiydim, hesaplara bloke konduğu için maaş alamıyorduk.
12 Mart'ta Cumhuriyet'in istihbarat şefi, 12 Eylül'de sorumlu yazı işleri müdürüydüm. Askeri darbenin gazeteciliğe verdiği zararları bilirim.
Ben kıdem tazminatını yayın şirketine bağışlayan bir gazeteci olarak karşınızdayım. 1993'te Uğur Mumcu'nun suikasta kurban gitmesinin ardından İlhan abi beni gazeteye yayın danışmanı olarak davet etti, 1994'te Genel Yayın Yönetmeni oldum.
1963'te Cumhuriyet'e geldiğimde yedi yıllık gazeteciydim. Mesai bitiminde arşive iner yeni harflerle başlayan ilk nüshadan beri tüm ekleri okurdum. O nedenle Cumhuriyet’in yayın politikası konusunda kendimi yetkin saydığımı, alçakgönüllülüğü bir kenara bırakarak söylemek isterim.
Savcılık sorgusunda yayın politikasıyla ilgili çok soru soruldu, abilik soruldu, müstear isimle yazı soruldu. "Bana eskiden 'amca' derlerdi, ama sonra unutuldu" dedim.
Ben Yassıada yargılamalarını izleyen gazetecilerden biriyim. Yargılamalardaki müdahalelerin nasıl olduğu hakkında fikrim var.
"Gülen davetlerine çağırdı, gitmedim"
"Ben TGC Başkanı olduğum dönemde Gülen, beni, onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı davetlerine altın yazılı davetiyelerle çağırırdı. Hiçbirine katılmadım.
Çünkü Diyanet’in bugün yaptığı açıklamayı, yıllar önce Cumhuriyet’te yazdım. Benim bildiğim İslamiyetle FETÖ'cüler arasındaki farkı ben gördüm, onlar yeni gördü.
"Editoryal bağımsızlık kuraldır"
"Ben Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni iken Vakıf Yönetimi bana müdahale etmedi, ben de başkan olduğumda yayına müdahale etmedim. Editoryal bağımsızlığı yayın politikası, vakıf senedinde yer alan bir kuraldır.
Gayrı ciddi bilirkişi raporlarına kızıyoruz ama haksızlık etmeyelim, o raporları hazırlayana teşekkür borcum olduğunu düşünüyorum. Yedi sülalemi aramışlar ama yanlış tek kuruş bulmamışlar. Bu önemli değil ama bir durum saptaması.
Bir gazeteci 1000 lira kazanıyorsa 1200-1300 liralık yaşayabilir ama 2500 liralık yaşıyorsa gazeteciliği kaptırmıştır. Ne yazık ki medyamız son dönemde bu tip gazetecilerle karşı karşıyadır.
Gazeteye para aktarımı 2012'de başladı. Aktarılan paranın büyük çoğunluğu da 2014'te gerçekleşmiş. Bize suç isnat ediliyor da o dönemdeki yöneticiler niye yargılanmıyor? Onlar tanıklık yaptıkları için itirafçılıktan mı yararlanıyor?
Önce Balbay'la başlayayım. Balbay, CHP Genel Başkanlığına aday olduğu için yazılarına ara verildi. Cumhuriyet Vakfı senedinin kuralıdır. Politikacılık bir yere kadar anlaşılır ama bir partinin genel başkanlığı olarak yazı yazması gazetecilik etiğine aykırıdır. Kendisine yazı yazdırılmadığını söyleyen Balbay, Can Dündar ile ilgili gazeteye yazı yazmıştır.
Balbay, 2015 yılındaki adaylığını açıklamasından sonra Vakıf seçimine kadar Vakıf yöneticiliğini de sürdürmüştür.
Bianet