MUSTAFA KEMAL ERSÖZ Filistinli şair/edebiyatçı Mahmud Derviş üzerine yazdı: “Dünya’nın dört bir yanındaki yersiz, yurtsuz kılınmışların, mültecilerin, işgal altındaki ülkelerin, inkâr ve imhaya maruz bırakılan halkların, mazlumların öyküsünü Filistin’in ağıtıyla aynı sayfada sundu”
MUSTAFA KEMAL ERSÖZ
“Bu dünyada hayatta kalmayı hak eden şeyler var.”
Mahmud Derviş’in, muazzam ve farklı türlerdeki eserleriyle, modern Filistin tarihini özetlediğini ve bizatihi temsil ettiğini ileri sürmek, hiç kuşkusuz mübalağalı bir fikir olmayacaktır. Tıpkı Filistin tarihinin anlatıldığı bir roman gibi sürdürdüğü kendi yaşamı gibi. Hayatında, nesir ve şiirlerinde, uzun sürgün yıllarının, zorlukların, kıyımların ve Filistinli halkının mücadelesinin anlatılmadığı tek bir bölüm yoktur. Ailesiyle birlikte 1948’deki büyük sürgünün mağdurlarındandır. “(…) Çocukluğum, tüm halkımın dramıyla ilişkili olarak, kişisel dramımın başlangıcı oldu. 1948 yazının o gecesinde, dingin bir köyde atılan mermiler ayırım gözetmedi. Altı yaşındaydım, zeytinliklere, sonra dağlara koşar buldum kendimi, bazen yalınayak, bazen yere kapaklanarak. korkuyla ve susuzlukla geçen kanlı bir geceden sonra, Lübnan denen ülkede bulduk kendimizi.”
Kısa zaman sonra, ailesiyle Filistin’e kaçak olarak geri döner ve kendi vatanında mülteci olur. Genç bir şair ve yazar olarak acı çeker, hapis cezasına çarptırılır. 1970’te direniş örgütlerine katılır. Kısa Moskova yaşantısının ardından Kahire’ye oradan da Beyrut’a taşınır, sonra Tunus ve Paris’e. Filistinli bir “Yersiz, Yurtsuz” olarak Derviş, bütün yaraları, kayıpları, tarihsel göçleri ve tüm metamorfozları tecrübe eder.
Kendi ağzından halkının trajedisini, Siyonist işgalinin tüm gadrini, Arap politikacıların basiretsizliklerini ve ihanetlerini anlatarak hatta çözümleyerek, onlarca yıllık yasaklamalardan ve yok saymadan sonra bugün artık önemi herkesçe takdir edilen edebi/şiirsel bir şahika inşa etti. İzhak Rabin ve Yaser Arafat tarafından imzalanan Oslo Anlaşması’nı takiben, ömrünün son yıllarını Amman ve Ramallah arasında mekik dokuyan bir mülteci olarak geçirdi. Kadük kalan Oslo Anlaşması’nın uygulamadaki yetersizlikleriyle birlikte çöküşünün ardından yaşanılan çözümsüzlükle yüzleşti: “Dönüşün şaşkınlığı”. Derviş, çok uzun zamandır adil ve kalıcı bir barış umudunun dahi gasıplar tarafından gasp edildiği, Siyonist işgalciler tarafından bezdirilmiş, sindirilmiş, insanlarının sürekli sınırlamalara, zorlamalara, yerinden edilmelere ve katliamlara maruz kaldığı bölünmüş bir ülkeye dönmüştü. Makalelerinde sorguladığı gibi ve ‘Yokluğun Varlığı’ (Present Absence) adlı eserinde belirttiği gibi, dönmüştür, ama gerçekten geri dönmemiştir “Geldim, ama varmadım./ Buradayım, ama geri dönmedim!”
Şiirlerinde, Derviş en basit şiirden en sofistike şarkıya evrilir, bunu da her zaman basit (temel) bir okunurluğa (dile) önem vererek yapar. Bu şekilde yaparak, Filistinlilere Siyonist işgaline ve kimlik inkârına mukabil durdurulamayacak bir varlık ve kimlik unsuru kazandırdı. “Filistinli için politika hayati bir meseledir. Ne var ki şiir daha kurnazdır, bir çok ihtimali aynı anda ifade etmeye imkan verir. Çünkü şiir istiareye, ahenge, ve görünen şeylerin arkasındakileri görme kaygısına dayanır.”
Kendi deyimiyle “Işığın ve ful yasemininin şairi”. Arap şiirinin en parlak örneklerini, uzun sürmüş mültecilik zamanlarının, yıkılmış şehirlerin içinden geçen sürgünlerin ve zindanların karanlıklarının ardından korkusuz, gölgesiz bir dille yazar. Duygudan düşünceye, düşünceden duyguya neredeyse ışık hızında ve ustalıkla geçen bir dille yazar. Diyaloglardan çokça yararlanır. “Gerçeğin çok boyutu, yönü var. Ben tek başıma onun kralı olamam. İçsel çelişkilerim de, dünyada etrafında dolaşan çelişkilerin de ürünü, aynı zamanda. Ben tek renk, tek tarih, tek ülke değilim. Bu diyarda başkaları da var. Bir dış öteki var, bir iç öteki var, komşular var.
Ben kendimi sözlerin, seslerin farklılığına açık tutarım. Onlarla sürekli söyleşirim. Şiir de böyle bir şey olmak durumundadır: Diğerlerini, ötekiyi ağırlayıcı olmak, misafir etmek, farklı ifade biçimlerine alan yaratmak zorundadır.”
Kimi şiirler sinematografik denebilecek kadar güçlü bir görsellik taşır. İzlenimci öğelerin şiirde kurucu rol üstlendiği görülür. Karşıtlık ya da bağlaşıklık içinde olan unsurlara da sıkça yer verilir: “Kestirme yoldan gitmek için denize,/ Unutuyoruz nehrin yaşam öyküsünü.”
Kayıp ve sürgünü, trajik bir dille anlatmayı, kahramanlık destanı gibi anlatmaya tercih etti. Efsaneleri yıktı ve tarihin ve hayatın tüm gerçeklerine, onların tüm ağırlığına, dayanılmazlığına yaslanarak “Efsaneler devri bitti” dedi. Siyonist işgalcinin korkusunu ve aczini yüzüne vurdu, ona tüm azametine, zulmüne rağmen korkusunun gerçek olacağını, işgalin el-nihayet yenileceğini bildirdi. Dünya’nın dört bir yanındaki yersiz, yurtsuz kılınmışların, mültecilerin, işgal altındaki ülkelerin, inkâr ve imhaya maruz bırakılan halkların, mazlumların öyküsünü Filistin'in ağıtıyla aynı sayfada sundu. Bu düzlemde, kendisinin nehir diye tanımladığı şiirlerinin kökeni, nehrin denize açılması gibi nostaljinin evrensel metaforuna dayanmaktadır.
Son dönem şiirleriyle, küresel mülteci akımı ile birleşmesi yahut daha sıklıkla bu yanıyla anılması onu bir yabancıdan, bir mülteciden, yolların adamı, bir Filistinli direnişçi olmaktan daha ötelere taşır. Bu haliyle artık evrensel planda, gölgedekilerin, sahnenin dışındakilerin, isimsizlerin, kaybedenlerin, yersiz, yurtsuzların sesidir. Ve onların destanlarını yazarken en gerçek ve cömert bir duygunun tanığıdır. Hakikatin şairidir.
Aynı dönem şiirlerinde, türler arasındaki sınırları silikleştirir ve farklı yazı çeşitlerine kucak açar; Kelebeğin İzi’nde gördüğümüz gibi, ki o eseri alçak gönüllülükle “Günlük sayfaları” olarak tanımlar; şiirleri, rüyaları, derin düşünceleri, ironi ve aforizmaları birbirine yaklaştırır.
Şiir çalışmalarının yanında, Derviş üç otobiyografinin de yer aldığı eşsiz bir düzyazı işi çıkardı. Bu başyapıtlar, Alışagelmiş Hüznün Günlüğü (1976), Unutkanlık için Bellek (1987) ve Yokluğun Varlığı (2006) , kendi hayatının ve halkının yaşadığı üç önemli döneme şahitlik eder.
Bir kısmı ancak özel koleksiyonlarda ve dağınık arşivlerde bulunabilecek düzinelerce makale ve röportajlarını unutmamak gerek. Haklılığına inanmış bir direnişçinin güçlü düşüncelerinin ve gür sesinin daima ifade edildiği bu yazılarda Derviş, Filistin trajedisinin bir tarihçisi, Siyonist siyasetinin ve İsrail toplumunun çıkmazlarının bir analisti olarak kendini gösterir. Öyle ki görüşleri, yakın arkadaşı Edward Said’in derin düşüncelerinden aşağı kalmayan bir düşünür gibi, aynı zamanda kendi şiirlerini kritik eden bir okuyucu gibidir. Başka dillerden, dönemlerden, kültürlerden gelen nehirlerin buluştuğu bir delta, yerelliği ve ona çokça atfedilen “milliliğin” sınırlarını aşan çağının yetkin bir entelektüeli gibidir ve son kertede hiç şüphesiz büyük şairidir. “Evet. entelektüel bir yabancıdır. Hem kendi içinde hem de kendi toplumunda. Yalnızdır. Köşede kalmayı tercih etmiştir. Ona mesafe gerek. Alan gerek. Görebileceği ufuk gerek. Güncelden, konjonktürelden, medyatikten uzak olması gerek. Ben kendimi, entelektüel olarak nitelendirmiyorum. Bu sıfatı çok sevip saymama rağmen. Ancak, kendi mütevazı hayatımda, ilkeliliğe, dik durmaya, bildiğim doğruyu söylemeye ve ona uygun davranmaya sürekli gayret ettim. Bunu ne denli başarabildiğimi bilmiyorum. Entelektüelliğim bir yana, evrensele yönelikliğim kesinlikle doğru sanırım.”
Mahmud Derviş’in eserleri 30’dan fazla dile çevrilerek yayınlandı ve eserleri hakkında, Arapça başta olmak üzere pek çok dilde makale ve gazete yazısı yazıldı, çok sayıda araştırma çalışması yapıldı. Hem eserlerinin Arap şiirine katkılarından dolayı hem de halkının kaderinin bir devamı olarak şahsının kendi arzusu hilafına da olsa Filistin davasının sembollerinden biri olmasından ötürü takdir ve ilgi gören Derviş, aynı zamanda modern dünya edebiyatının müstesna bir dâhilidir.
Türkçe yayınlanmayan metinlerine gelirsek, 20’den fazla kitabı Türkçe’ye çevrilen Derviş’in çoğu sosyalist dergilerde olmak üzere şiir çevirileri, şiir geçmişini ve siyasal mülahazalarını anlattığı uzun mülakatlarının, makalelerinin yanı sıra hakkında başta Tuba Nur Şehirli’nin ‘Filistin Şiiri ve Mahmud Derviş’ adlı yüksek lisans tezi olmak üzere çoğu sayıda araştırma ve inceleme metni yayımlandı. Hepsi de yukarıda özetlenen yazı çeşitliliğiyle görüş keskinliğini yansıtan bu yaygın yayıncılığa ve Anadolu solunun Filistin davasına tarihsel yakınlığı ile alakasına, Türk sağının da siyasal konjoktürlere bağlı olarak dönemsel olarak artan ilgisine rağmen Derviş’in Türkiye’de okunurluğu ve bilinirliği hakkettiği ilginin çokça altında, kısıtlı bir çevreyle sınırlı kaldı.
Tam da bu düzlemde diğer coğrafyalarda olduğu gibi Anadolu ve Mezopotamya’da da hakkettiği ilgiyi görmesine vesile olabilmesi umuduyla son sözü Mahmud Derviş’e bırakalım. Zira” “Bir Filistin vardı, bir Filistin gene var!”
“Başkalarını düşün: kahvaltını hazırlarken düşün başkalarını. güvercinlere yem vermeyi unutma. başkalarını düşün savaşırken, barış isteyen ötekileri. su faturanı öderken, düşün sadece bulutlardan su içenleri. eve giderken, kendi evine, çadırda yaşayanları düşün. uyurken ve gezegenleri sayarken baş koyacak bir yastığı olmayanları… imgelerle özgürleşirken sen, konuşma hakkı gasp edilenleri düşün. ve uzaktaki ötekini düşünürken kendini düşün ve de ki: keşke bir mum olabilsem şu karanlıkta”.
Yaser Arafat ve Corc Habaş ile birlikte (1980)
Edward Said ile birlikte