SEÇTİKLERİMİZ – Ayşe Düzkan’ın Artı Gerçek’te yayınlanan yazısı: Onunla 2009’da BdsTürkiye vesilesiyle tekrar karşılaştık. O kuruculardandı, solun, enternasyonalizmi Kürt halkıyla dayanışmayla sınırladığı, Filistin meselesini İslamcılara teslim edip konuya ilgili olarak ajitatif hatıralarla yetindiği bir dönemdi, sitemlerimi bağışlayın.
Politikayla ilgilensin, ilgilenmesin, solcu olsun olmasın, bizim kuşağımız için 12 Eylül önemli bir dönüm noktası. Özellikle kişisel hayatlar açısından.
Sol için gerçek yenilginin 1980’de değil, 1990’da yaşandığını söyleyenlere katılıyorum. Ama politikayla ilgilensin, ilgilenmesin, solcu olsun olmasın, bizim kuşağımız için 12 Eylül önemli bir dönüm noktası. Özellikle kişisel hayatlar açısından darbe büyük bir değişime sebep oldu. Sadece baskı ve bunun sebep olduğu travmalar yüzünden değil, siyaset yapılan alan da bütünüyle değişmiş olduğu için.
Harun Turgan’ı 12 Eylül öncesi tanımazdım, çok farklı politik çevrelerdeydik. Tanışsaydık bile gerçek bir diyalog kurabilir miydik, emin değilim. Ama bence daha değerli bir dönemde yollarımız rast geldi. 12 Eylül sonrasında, farklı bir hareket, farklı bir mücadele ve hayat arayışında olanların, bundan daha önemlisi, -izninizle bu terimlere başvuracağım- henüz moda, trend, dillere sakız olmadığı halde, toplumsal cinsiyete dair meselelere, Kürt sorununa ilgi duyanların her şehirde bir biçimde birbirini bulduğu dönemde tanıştık.
Teslimiyetin çeşitli biçimleri, her birimizi teslim almak için pusuda bekleyen çeşit çeşit güç var. O dönem yeni yollar açmak için patikalarda gezinen arkadaşlarımızın bir kısmı da daha sonra akıntıya teslim oldu, aramayı, sormayı bıraktılar. Hayatlarını gençlikleriyle, siyasi varoluşlarını 1980 öncesindeki birkaç yılla anlamlandırmaya, otoriteye dayalı bir kardeşlik çerçevesinde “abi”, “abla” olmaya karar verdiler ve diğer abi ve ablaların yanında yerlerini aldılar.
Harun bunlardan olmadı. Zaman zaman mükemmeliyetçiliğinin zararını görse de, hep septik bir entelektüel ve her zaman solun mütevazı bir gönüllüsü oldu.
Onunla 2009’da BdsTürkiye vesilesiyle tekrar karşılaştık. o kuruculardandı, solun, enternasyonalizmi Kürt halkıyla dayanışmayla sınırladığı, Filistin meselesini İslamcılara teslim edip konuya ilgili olarak ajitatif hatıralarla yetindiği bir dönemdi, sitemlerimi bağışlayın. Harun, yine trendlerin dışında bir meseleyle meşguldü, hem de Arapça öğrenmeye de çalışarak. Yine, kendinden gençlerle eşitlikçi bir ilişki kuruyor, onlardan öğrenmekten yüksünmüyordu. Kabul edersiniz ki hele de erkeklerde ender rastlanan bir fazilettir.
Geçtiğimiz pazar günü, İbrahim Kaypakkaya anmasında gözaltına alındı Harun. Savcıların, emniyet arşivlerinin bildiğini sizden saklayacak değilim. Hayatının hiçbir aşamasında İbrahim Kaypakkaya’nın kendisi ya da mirasçılarıyla bir ilgisi olmamıştır. Ama İbrahim Kaypakkaya’yı, köylü kasketinin altındaki düşünceli gülümsemesi, zaman zaman Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’ın yanında ihmal edilen ama aslında Türkiye üzerine düşünüp yazdıkları düşünce dünyamıza çok şey katan, özellikle Kemalizmle ilgili görüşleri, döneminin ideolojik iklimi düşünüldüğünde büyük cesaret alameti olan, o fizik ve öğretmen okulu öğrencisini (evet, iki ayrı bölümde okuyormuş) anmak için onun görüşlerini benimsemek mi gerekir? Ağır ağır işlenen çok acımasız bir cinayete kurban gitmiş olması bile onu ve yaşadıklarını, düşündüklerini hatırlamak için bir sebep değil mi?
Harun’u İbrahim Kaypakkaya anmasında eziyet ederek gözaltına aldılar. İş bununla da kalmadı, bir de tutuklandı. Hukuk dahil, hatta hukuk başta olmak üzere hiçbir şeye, hiç kimseye hesap verilmeyen bir süreçle… Şimdi Silivri Cezaevinde. Harun Turgan hemen serbest bırakılmalıdır bile demiyorum, Harun’un orada ne işi var diyebiliyorum sadece.