“Hain Ermeni kurşunlarıyla vuruldu.”
“Baba gavur ne demek? Bana mahalledeki çocuklar gâvur diyor!”
12 Eylül askeri darbesi, her ne kadar üzerinden kırk iki yıl geçmiş olsa da devlete hâkim kıldığı Türk-Sünni İslam sentezci resmi ideolojisi ve bu ideolojinin şekillendirdiği sosyal-siyasi dinamikleri ve hâlâ yüzleşilememiş insanlık dışı suçlarıyla henüz kapanmış bir dönem değil. Türkiye’de halen geçerli olan Anayasa, birçok maddesi değişmiş olsa da, devletin otoriter, antidemokratik, çoğulculuğa karşı ve tek tipleştirici niteliklerini özü itibariyle muhafaza eden askeri cuntanın hazırladığı 1982 Anayasası’dır. Henüz ciddi bir hesaplaşma yaşanmamış olsa bile kamuoyunda 12 Eylül’ün Türkiye soluna, cılız demokrasi geleneğine ve örgütlü isçi sınıfına verdiği zararlar üzerine çokça kelam edildiğine şüphe yok. Ancak şimdiye kadar kamuoyunda 12 Eylül rejiminin gayrimüslimlere yaşattığı mağduriyetle ilgili olgulara dayalı bir tartışma gerçekleşmiş değil. Bu yazıda kısa da olsa bu olgulardan bahsedeceğim.
12 Eylül rejimine kadar devletin resmi ideolojisi olan Atatürkçülük, bir tür Batıcı Modernizm ile Türkçü İslam’ın bir senteziydi. Ancak 12 Eylül cuntası toplumu yeniden dizayn edebilmek adına Atatürkçülüğün Batıcı ögesini çıkarttı. Kalan öğeleri ise Türk-Sünni İslam sentezci bir ideoloji olarak yeniden ve çok daha sistematik olarak biçimlendirdi. Böylece devlet gerek baskı gerekse ideolojik aygıtları ile (Marksist felsefeci Althusser’e göre devletin baskı aygıtları, asker, polis, mahkemeler, ideolojik araçları ise, din, eğitim, basın-yayın ve aile kurumlarıdır), bu yeni ve daraltılmış ideolojiyi tüm vatandaşlarına çok daha sistematik bir şekilde aktarmaya başladı. Örgütlü solun parçalandığı, demokratik hak ve özgürlüklerin yok edildiği 80 sonrası dönemde, devletin bu yoğun ideolojik propagandasına karşı sol demokrat güçlerin direnebilme kapasitesi oldukça sınırlıydı.
Türk-Sünni-İslam sentezci ideoloji, Türk ve Müslüman olmayan halkları ve farklı inanç gruplarını sadece yok saymakla kalmıyor, aynı zamanda ötekileştiriyor ve ayrımcı politikalara maruz bırakıyordu. Gayrimüslimlere gelmeden önce kısaca etnik olarak Türk olmayan Kürtler ile inanç olarak Sünni İslam’ın dışında kalan Alevilerin durumuna değinirsek, bu dönemde devletin Aleviler’e uyguladığı en ayrımcı politik pratiği din derslerinin zorunlu hale getirilmesi ve Alevilerin yasadığı köy ve kentlere camii yapılması oldu. 12 Eylül Anayasası’na eklenen bir maddeyle din dersleri zorunlu hale getiriliyor, üstelik bu derste sadece Sünni İslam öğretiliyor ve inançsızlarla birlikte Alevi öğrenciler zorla Sünni İslam’a kazandırılmaya çalışılıyordu. Yerleşim yerlerine yapılan camiiler de genel olarak Alevilerin zorla Sünni İslam’a asimile etmeyi amaçlıyordu. Darbecilerin bu politikaları, sivil siyasetçilerin iktidarı devralmalarıyla değişmediği gibi giderek kurumsallaştı ve günümüzde de büyük oranda sürüyor. Kürtler ise sadece zorla Türklüğe asimile edilmeye çalışılmadı, Kürt kimliği toptan yok sayıldı. Kürtçe ya Türkçe’nin bir lehçesi ya da bilinmeyen bir dil olarak kayıtlara geçirildi. Bu duruma itiraz eden kişiler Diyarbakır Cezaevi örneğinde görüldüğü gibi en ağır işkencelerden geçirildi, birçok Kürt siyasetçi ve aydın bu işkencelerde öldü. Devletin bu politikaları, sonraki sivil hükümetlerin iktidarda olduğu yıllarda da özü itibariyle değişmedi. Bir takım makyaj iyileştirmeler yapılsa da günümüzde Kürt sorunu Türkiye’nin tüm yakıcılığıyla en önemli siyasi sorun olma özelliğini koruyor.
Gayrimüslimler ise hem Müslüman hem de Türk olmadıklarından dolayı ideolojik düzeyde en fazla ötekileştirilen grup oldu. Gayrimüslimlerin Aleviler ve Kürtlerden ötekileştirilmelerindeki en temel fark, onların ne yok sayılmaları ne de asimile edilmeye uğraşılmalarıdır. Devlet gayrimüslimleri Türkiye vatandaşı oldukları halde yabancı saydı. Türkiye’nin içindeki bu yabancı unsurlar devletin gözünde her zaman gözetim altında tutulmalıydı, çünkü devlete göre her an ihanet edebilme potansiyelleri vardı. Bu devlet yaklaşımının etkisi altında oluşan siyasi iklim zaten kapalı cemaat hayati yasayan Türkiyeli gayrimüslimlerin kendi kabuklarına daha da çok çekilmelerine neden oldu.
Gayrimüslimlerin 1980’li yıllarda maruz kaldığı başlıca ötekileştirme ve ayrıştırma pratikleri şunlardır: Devletin denetiminde ve yönlendiriciliğinde anaakım medyanın dili, popüler diziler ve filmler bir önceki döneme göre gayrimüslim karşıtı ögelere daha çok yer veriyor ve gayrimüslimleri emperyalizmin Türkiye’deki ajanları veya tarihsel olarak Osmanlı İmparatorluğu’nu bölmeye çalışan iç mihraklar olarak gösteriyordu. Anaakım medyada ASALA şiddet eylemlerinin de etkisiyle Ermeniler doğrudan terörle ilişkilendiriliyor ve gazete başlıkları, “Ermeni Terörü” kalıbını çok sıklıkla kullanıyordu. Dönemin popüler dizilerinden Küçük Ağa dizisinde ise Rumlar, güya 1. Dünya Savaşı sonrası Türk ve Müslüman nüfus aleyhine vurgunculukla zenginleşmiş ve vatanı bölmek için çeteler oluşturmaya başlamışlardı.[1] Türk-Sünni İslam sentezci ideolojinin aile politikası kapsamında geliştirilen cinsiyetçi “Türk aile yapısı” normlarına gayrimüslim kadınlar pek tabii ki uymuyor ve beyaz perde onları sıklıkla “hafif meşrep kadınlar” olarak canlandırıyordu. Örneğin, gene dönemin popüler sinema ve tiyatro oyuncularının oynadığı İhtiras Fırtınası adlı filmde gayrimüslim kadınlar erkekleri sürekli bastan çıkarıyordu.[2] O günlerde TRT dışında ulusal ölçekte başka bir yayın olmadığı düşünülürse, geniş kitleler tarafından izlenen bu gibi dizi ve filmlerin olumsuz gayrimüslim algısı üretmede ne kadar etkili olduğu tahmin edilebilir.
ASALA’nın şiddet eylemlerinin de bu yıllarda yoğun yaşanıyor olması, gayrimüslim nüfusun en büyük bölümünü oluşturan Ermenilerin diğer gayrimüslimlere kıyasla daha fazla mağduriyet yaşamasına neden oldu. Bunlardan en önemlileri şunlardır: Ermeni topluluğu için çok önemli olan Tuzla Çocuk Kampı’nın -ki Hrant Dink, uzun yıllar buranın yöneticisi olarak çalışmıştır- arazisine zorla el konuldu. O döneme kadar Anadolu’nun yetim Ermeni çocuklarını yaz aylarında misafir eden bu kampın yöneticisi Baron lakaplı Hrant Güzelyan, kampta ASALA’ya militan yetiştiriyor bahanesi ile tutuklandı ve ağır işkencelerden geçirildi. Hrant Dink ve kardeşi Hosrof Dink de bu yıllarda bir takım uyduruk bahanelerle tutuklanıp işkenceye maruz kaldılar. Kudüs’e rahip olmaya giden Ermeni öğrencileri için piyasadan döviz temin eden rahip Manuel Yergatyan ve onla güya ilişkisi olan başka birçok kişi yine tutuklanıp ağır işkenceler görenler arasındaydı. Tüm bu kişilerin ASALA ile uzaktan yakından hiçbir bağları yoktu. Tüm bu tutuklamalar ve işkenceler herhangi bir delile dayanmadan yapılıyordu.[3] ASALA’nın Esenboğa eylemini gerçekleştiren militanlardan Levon Ekmekçiyan ise, kendisine itiraf ederse idam edilmeyeceği sözü verildiği halde, 29 Ocak 1983’de asıldı. Ve 2016’da Paris’de yaşayan ailesine cenaze iade talebi üzerine, Ekmekçiyan’ın cenazesi yerine köpek kemikleri ve farklı insanlara ait kemikler verildi.[4] Gene bu yıllarda Anadolu’da sayıları son derece azalmış olan Ermeniler baskı politikaları sonucu İslamlaştırıldılar. Örneğin, Siirt’in Harant köyünde 600 civarında, gene Adıyaman’ın Gerger ilçesinde 19 kişi topluca Müslüman oldu.[5] 80’li ve 90’li yıllardan günümüze kadar da PKK örgütü devlet yetkilileri tarafından bir Ermeni örgütü olarak kamuoyuna lanse edildi ve bu durum terör ile Ermenilik arasında kamuoyunun doğrudan ilişki kurmasına yol açtı. Örnegin 1997’de dönemin İçişleri Bakanı ve şimdilerin muhalefet siyasetçisi Meral Akşener, 1997 yılında Meclis’te Abdullah Öcalan için “Ermeni dölü” demiş, daha sonra ise “Ben Türkiye’de yaşayan Ermenileri değil, genel olarak Ermeni ırkını kastettim” sözleriyle ‘özür’ dilemiştir!
1981 yılında Dışişleri Bakanlığı bünyesinde “Asılsız Ermeni soykırım iddiaları” ile mücadele için bir birim kuruldu. Bu birim gerek Türkiye gerek yurtdışı kamuoyuna soykırımın asılsız olduğuna dair propaganda çalışmalarına başladı. Emekli büyükelçilere yazdırılan kitapların içeriği Osmanlı Ermenilerini ihanet eden hainler olarak gösteriliyordu. Gene bu yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı’nın derslerde zorunlu olarak okuttuğu ders kitapları daha önceki dönemden farklı olarak Ermeni sorununa geniş yer vermeye başladı. Bilimsel gerçeklerden uzak tamamen propaganda amacı taşıyan bu kitaplardaki ifadeler Ermenileri gene dış mihraklarla Osmanlı İmparatorluğu’nu bölmek için işbirliği yapan hainler olarak anlatıyordu.[6]
Türkiye’nin kadim halklarından biri olan Süryaniler de 12 Eylül rejiminden kendilerine düşen payı aldılar. 80’li yılların başında devlet desteğiyle Süryaniler yoğun olarak taciz edildiler. Buna ilaveten 1982 yılında askeri cunta yönetimi Süryani manastırlarında “Hristiyan İrtica” yapılıyor bahanesi ile manastırlarda din eğitimini tamamen yasakladı. Böylece Süryanilerin kendi din adamlarını yetiştirme imkânları kalmadı. Bütün bunlar Süryanilerin 80’den sonra Avrupa’ya toplu göçlerini hızlandırdı. Sayıları 30-40 binden birkaç sene içinde üç-dört bine indi.[7]
Görüldüğü gibi 12 Eylül 1980 sola, demokrasiye, örgütlü isçi sınıfına, Alevilere ve Kürtlere zarar verdiği kadar, gayrimüslimlere de hem maddi hem de manevi zararlar verdi, mağduriyetlere yol açtı. Cumhuriyetin kuruluşundan beri var olan ötekileştirmenin dozunu arttırdı. Acı olan, askeri cuntadan sonra gelen sivil hükümetlerin günümüze kadar elle tutulur somut iyileştirmeler yapmamış olması. Resmi devlet ideolojisi Türk-Sünni İslami olduğu sürece ve devlet politikalarını uygulayan hükümetler bu ideolojiye dayalı politikalar geliştirdikleri sürece, ötekileştirmenin devam etmesi kaçınılmaz gözüküyor.
- [1]Küçük Ağa (1. Bölüm) – YouTube
- [2]İhtiras Fırtınası | Gülşen Bubikoğlu, Zuhal Olcay, Cihan Ünal | Türk Filmi | Full HD – YouTube
- [3]Çandar, Tuba. 2010. Hrant, İstanbul: Everest Yayınları. s. 196.
- [4] Eren Keskin doğruladı: Ekmekçiyan’ın cenazesi yerine aileye köpek kemikleri verilmiş – Gazete Karınca (gazetekarinca.com)
- [5]Armenians_in_Turkey_Today_A_Critical_Ass (1).pdf
- [6]Parmaksızoğlu, İsmet. (1987-2000) Türkiye Cumhuriyeti. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük 8, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. s. 94-97.
- [7]LOZAN_ANTLASMASI_ONCESI_VE_SONRASINDA_SU.pdf
- [8]Parmaksızoğlu, İsmet. (1987-2000) Türkiye Cumhuriyeti. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük 8, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. s. 94-97.
- [9]LOZAN_ANTLASMASI_ONCESI_VE_SONRASINDA_SU.pdf